Limon ağaci, Israil'de sinirda bir limon agaci. Savunma Bakani'nin yeni evinin citleri dibinde bir arap komsu. Iki milleti birbirinden ayiran sari sapsari limonlar. Aslinda bunca zamandir bosa cekilen kurek gibi, herkesin kendini oyununu oynadigi iktidar savasinda, sari sap sari limonlar. Waltz With Bashir üzerine Selma'nin limonatasi gibi nefis. Selma Zidane.. Filmde bir sahnede duvarda Zinedine Zidane fotosunu da eksik etmemisler.
Salma, İsrail ve Batı Şeria arasında Yeşil Hat (1948 toprakları) denen sınır bölgesinde yaklaşık on senedir limon bahçesi olan, Filistinli dul bir kadındır. Yeni komşusu, bahçesinin tam karşısını yeni evi olarak seçen İsrail Savunma Bakanı Navon'dur.
İsrail güvenlik kuvvetleri Salma'ya , Bakanın güvenliğini tehdit ettiği için limon ağaçlarının bir an evvel kökünden sökülmesi emrini bildirirler. Salma, ağaçlarını kurtarmak için; genç Filistinli avukat Ziad Daud ile birlikte İsrail Yüksek Mahkemesine gider.
Onun bu mücadelesi, yeni evinde kapana kısılmış gibi hisseden ve yaşantısından pek mutlu olmayan Savunma Bakanının eşi Mira Navon'ın ilgisini çeker.
Farklılıklarına ve aradaki sınıra rağmen iki kadının arasında oluşan bu görünmez bir bağ, tüm yasaklamalara rağmen Salma ve Ziad'ı birbirne, gün geçtikçe daha da yakınlaştıracaktır.
Salma'nın kişisel hukuki yolculuğu, her oyuncunun hayat mücadelesinde tek başına olduğu Orta Doğu'nun bazen traji komik olabilen, karanlık karmaşıklığının içersine sürükler...
Filistinli birinin açtığı dava alışılageldiği gibi red mi edilecektir?
Salma'nın limon bahçesi ile İsrail'li Bakan'nın evi arasına uzun beton duvarların inşa edilmesi aralarında bir anlaşma olduğunun göstergesi midir?
Limon ağaçlarına ne olacaktır? -alinti-
Ben bu makamdan giderim diyen icin bir baska öneri: Indigenes
Mart 2009 This month we get the inside track on Australia’s favourite footballing son. Harry Kewell’s youth coaches, agent and physio all step forward to give an exclusive insight into the real Kewell and the people who made him the man he is today.
Computer Şık kıyafetin, zarif düğmelerin gücün kuvvetin, her şeyi çözme yeteneğin, çok bilmişliğinle, hep gündemdesin. Dikkati çeken sesin, kendine özgü dilin, el çabukluğun ve marifetinle, el üstündesin. Söyle bakalım Computer sen sevmeyi bilir misin?
2002'de Litvanya, Saka'da insa edilen bu tas ev, tam bizim cizdiklerimiz ve tasavvur ettiklerimizden benzer izler tasiyor. Arkada sürmeli cam kapidan acilan düz yesil alan, terasa cikan merdivenler, hemen hemen tum duvarlarda cam kapilar ve paneller. Ben terasa bir de barbeku ocak yerlestiririm o ayri...
Danny Boyle'un 2008 Oscar'ini kazanan filmi Slumdog Millionaire, Mumbaa (Hindistan)'nin varoslarindan milyonerlige uzanan garip bir hikayeyi anlatiyor. Film Mumbai'de cekilmis olsa da Dolapdere-Kasimpasa-Kustepe platosunda cekilse bu hikaye kurgusu ile pek ala filme Türk sinemasinin nadide orneklerinden biri diyebilirdiniz. Bu film oscar alir miydi peki? Kimbilir, belki de. Sonu kestirilebilir bir hali olmasi filmi yermeyi gerektirmiyor. 2 saatlik uzunca bir filmi, hem kemara kullanimi, planlar hem de ana konu ve besleyici detaylarin tutusmasi adina izlenebilir buldugumu söylemeliyim. Boyle'un oteki filmlerine gore oldukca degisik bir film. 1996'da Trainspotting, 97'de A Life Less Ordinary, 2000'de The Beach, 2002'de 28 Days Later'i cekmis bir yonetmen olarak bu filminin izledigim oteki filmlerinden baska bir yere koymak gerekiyor. "Kim milyoner olmak ister" temasi ile Varmisinyokmusunla yatip kalkan bir milleti salonlara cekebilir, Oscar'i aldigi icin kosacaklar zaten olacaktir.
Favorim Jamal'in cocukluk zamanlarini oynayan ufaklik oldu.
Korkaklar, yalancilar, kendi yalanlarina inananlar gerceklerle yüzlesemezler. Yüzlesme bir vicdan meselesidir.
Yönetmen Ari Folman bir arkadaşıyla gördüğü bir kabusu paylaştığında, kabusun Lübnan Savaşı'nda yaşadıklarıyla alakası olduğuna karar verirler. 26 tane vahşi köpek rüyasında onu kovalıyordur. Ari, bu konuşmanın sonucunda orada yaşadıklarını hatırlamadığının farkına varır. Bunun üzerine, dünyanın dört bir yanındaki dostlarını ve asker arkadaşlarını arayarak yaşananlar hakkında onlarla konuşur. Ve konuştukça o dönem ve kendisi ile ilgili gerçekler Ari'nin hafızasında oluşturduğu gerçeküstü resimlerle ortaya çıkar. (alinti)
a scanner darkly, renessaince, persepolis ve sonunda waltz with bashir. son dönem bombalari. ama bashir gercekten bomba, lubnan'a düsen. digerlerini sirtina alir, cepheye tasir. animasyon, israil-lubnan iliskileri, sabra ve satilla katliamlari ilginizi cekiyorsa. Giristeki kopekler ve Ronny Dayag'in denizden kurtulma cabasi film bittikten sonra donup tekrar izledigim bolumler oldu. Almanca seslendirme, Türkce altyazi ile izledim, guzel kombin oldu.
***
Vanminitle ayar verdigimiz ulkenin vatandaslarindan hala farkimiz ve gerideligimizi de suratiniza carpacaktir. Bizim buralarin bu denli ozelestiriye, irdelemeye, sorgulatmaya acik yapimlari yok, olamayacak da bu kafa ile devam edildikce. Cunku oyle bir kalibre yok bizde, oldurmaya calisanlarin da kafasina iki tane patlatiyorlar...
"insanlar, ya ölürler ya terkederler bizi yalnızlık, yalnızca yalnızlık çizer kaderimizi." murathan mungan
sevmiyorum kontrol noktalarindan passkartlarla gecmeyi ama bu otobuslere/metroya binmekten uzaklastigimdan beri insanlarin konustuklarina, kalabaliga tahammulsuzlugumun artmasindan kaynaklanan gozu kapali kabul ettigim bir imtiyaz sadece. varsa kullan, yoksa katlan kurali gibi. kapidan gectim, ayni suratlar, bezgin, yorgun, hareketsiz, donuk. koridora indim. yine saga degil sola döndüm. istisnasiz her defasinda yanlis yöne dönüyorum, ait olmadigim yerler oldugu nasil belli. bir baska kapidan gectim, yukari ciktim, uzun koridoru boylu boyunca yürüyüp her zaman kahve aldigim cocuktan kahvemi aldim isinmak icin, tribune ciktim, oturdum. bir telefon gelmis, aksilik. geri aradim, haber aldim, bilgilendim.
***
Bir tiyatrocu arkadas aradi gecen gun "isimi kaybettim" dedi. "Uzuldum" dedim "Ne oldu?". "Oyun esnasinda sahne onundeki iki kisiye artik bir sussaniz dedim dayanamayip" dedi. Bosver dedim, iyi demissin... Sen sahneni bulursun, artik susmasi gerekenler bir sahne bulamayacaklardir da bir zaman sonra.... *** Bugun de bir arkadas babasini kaybetmesi uzerine kendisine ilettigim bassagligi mesajima "basina gelen bilir" diyerek cevap verdi. Sahi biz basimiza gelmeyen seylerin yaratabilecekleri konusunda ongoru, tahmin, sonuc ureten anlasilmasi zor, ne kadar garip canlilariz.
***
Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey, dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey... Fakat artık ümit yetmiyor bana, ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum... n.h.
Devre arasinda koridora indim, suratlara bakindim. Umitsizlik var miydi, neler oluyor? Gözlerde isilti, inanc? Hava nasi? Soguk! Atlet giymeyi ilkokulda birakan biri olarak zaturreye attigim davetiye yerine ulasmamis. Bir yük gibi geliyor, kendi capimda sogukla zitlasiyorum. Bir kahve daha alip tribune geri ciktim, yerimi degistim, yagis vardi ondan mi, totem var da bundan mi, herseyde bir hayir var midir? Yani bazen boyle soylerdik inanirdin, sen soylerdin biz inanirdik.. "Herseyde bir hayir vardir, bir mana vardir.. bakmak lazim, belki sabretmek, beklemek" *** Bekledim mactan sonra, tribunde, basamaklarda. Cikmayanlarin neden cikmadiklarina bakip, gelen seslere kulak kesildim. Tatsiz, sikici laflamalar, rutinlesen bir akis. Yani fotograf boyle olurken hep olanlar gibi. Kurulu saat gibi. Yillar once oyle bir dolmustuk ki, yani daha gencken, ki simdi genc degil miyiz, -gecen gun gymde hoca inanmadi yasima, ickim yok, sigaram yok, kumarimsa niye olsun dedim. Etraflica ona da anlattim iki dakkada ayak ustu bir pasaj olan-biteni- can havliyle gidip otoparkin orada yere cokmustuk. Neden orada oldugumu tam kestiremedigim hareketler silsilesi. Insan hayatinda bazen oyle donemler olur, neyi neden yaptigini bilmedigin, ama bir akisin pesinden gittigin. Pek siklikla sonu hüsran ve sonraki zamanlarda damakta buruk bir pismanlik tadi yaratacak olsa da bu yokus asagi gidislerden cekince duymamak, olacaklarina da katlanmak gibi seyler hep vardir hayatta. Sonraki yillarda daha beterleri oldu. Ama "better" olanlar care olmadi. *** Boguluyordum, sigara dumanindan. Ikinci yarinin ortalari gibi sigara icenlerden uzaklasacak bir kose aradim, birkac basamak alta indim. Tek basima mac izlemeyeli epey olmustu. Lise-universite yillari tek basima eski acika gider, mumkun mertebe en ferah kisimda, fazla insan daraltmasi olmayan bir yerde kah dua ederek, kah kendi kendime kenarda yirtinan teknik direktor gibi maci izler, hatta yonetirdim. Araya parca giren yillardan sonra simdi kendimi özüme dönmüs gibi hissediyorum. Tribunde, tek basina, skor tabelasi ile basbasa, kol saati, usuyen ayaklarimi isitmak maksatli ritmi bozuk adimlar, kendi ustu ve basini parcalama girisimleri. Tutanin yok, karisanin yok.. derken bir cocuk indi oldugum siraya. Saydirdim icimden, git cocugum baska yer mi yok, bak ayindeyim, bozacaksin tum yakarislarimi. Bozdu da, penalti kacti. *** Boguldum, ciktim suya batmis kaldirimlar uzerinden staddan uzaklasmaya calisiyorum. Etrafinda dondukce uzaklasamadigimiz Olimpiyat Stadi gibi oldu, staddan kopamadim. Eve gidemedim. Raki alip, Strofor'un evine çöktüm. Kapidan girdigimde herkes cökmüstü. Cökük, bitik, durgun, asık ve gergindi. Sinirden gülerek girdim. Kadehi hazirladim, bir iki parca meze.. Film koptu. Basimiza birseyler gelmisti. ***
Varılacak yere kan içinde varılacaktır. Ve zafer artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar tırnakla sökülüp koparılacaktır... n.h.
Carsamba aksam Strofor'un evinde Bordeaux macina toplanmisiz. 90 dakika karin agrisi seklinde son buluyor. Macin tam bosalmayan gerginligini atmak icin kanallari zaplarken Ligtv'de "GSli futbolculara sorduk, futbolcu olmasaydiniz ne olurdunuz" tarzinda bir program denk geliyor. Herkes normal, siradan cevaplar verirken Sabri Sarioglu'nun cevabi: "Ajan olmak isterdim.. Yani boyle ajan tarzinda...."
Ortam felc, herkes felc, dunya felc, Cimbom felc.... Bir Fiorentina vardi n'oldu ona!
MKT, iPhone ile cekip az once yolladi. Gecen pazar Kanyon Adidas'da koleksiyonu gormek icin ugradim ama henuz gelmemisti. Giovanni, "IstinyePark'ta var" dedi. Pabuclari pas gecip, montlarin pesine düşüleybıl.
Aksam Lost 504/505'i devirip arkasindan uykunun iyice dogasi ile oynamaya kararli olunca Bulent'le birlikte Pride and Glory'i izledik. Bu Edward Norton'in icinde yer aldigi izledigim en kötü film oldu. Iyi polis, kotu polis, baba polis, abi polis, arkadas polis, herkes polis. Bu kadar polisten sikildim ben. Film ic bayici bir konu etrafinda donmekten sikilmadi. Sonuna kadar her an bir sasirtan krose, bir celme bekledim. Baba dedim bir senaryo yapmistir cocuklarina, abi ya da olanlarin icindedir, caktirmiyordur. Ne vakanin detaylarinda ne suc orgutunun anlatilmasina dair hicbir cekicilik yok. Basit, klasik bir teskilat ici fiyaskosu... 2008'de isimiz gucumuz yok simdiye kadar cekilen "1000 iyi polis, kotu polis filmleri"ne bir tane daha ekleyelim filmi. Sonunu sabah kalkinca izledim, o derece saygili sekilde bayildim dun gece filmin son 15 dakikasinda...
Filmin TR'de vizyondaki yerel adinin "Zarar ve Ziyan" olarak degistirilmesini oneriyorum. Turk Sinema Salonculugu sektoru zaten filmlerin orjinal adlarindan baska her halta benzeyen isim koymayi cok severler. Bu bence cuk oturuyor...
Dünya dagitim, fiyatlari yine uzay seviyelerine cekmis. Doviz kuru diyeceklerdir ama kapaginda 5-7$ yazan dergilere 37-45 tl istemek gercekten terbiyesizlik. Napiyoruz, almiyoruz, oturup Remzi'de karistiriyoruz. Wad'ın Kış (2008/2009) sayisi Dictionary temasi ile nefis bir arsive sahne olmus. 1960'lardan gunumuze A'dan Z'ye, marka, muzik, avram, kavram, kunta ve kinte... Evladiyelik bir sayi, alip arsive katmak elzemdir, zemzemdir... Guzide sayida TR flag'li tek kavram/marka aciklamasinin "Mavi" ve Elif Akarlılar olmasini da not duselim.
Fotolari da BKRW'den aşırdım. Yanima fotograf makinesi almadim diye hayiflaniyordum... Al burda cekilmis var demis adamlar.. affetmedim.