Ölüme yaklaşmak... ~ approcher la mort
Hayatlarımız giderek ölüme yaklaşıyor. Ne zaman öleceğimizi bilmiyoruz ama öleceğimizi biliyoruz. Çocukluğun o masum sonsuzluğu, o kedersiz dertsiz günleri o kadar uzakta ki. İnsan ne geri dönebilir, ne hatalarını değiştirebilir, ne yaşamının yolunu aslında çok da büyük bir yön değişikliğine uğratabilir. Bir yazgıya hep inandım, bunu kendin mi çizersim bilemem, ama herkesin bir yazgısı var. Bunu yaşadıkça görmek insana mutluluk da verebilir, azap da. 30'unde ölen biri 15'inde yolun yarısında olduğunu hissedebilir mi? İçinden geçer mi? 90'larında kimsenin pek de kaale almadığı bir insana dönüşmek nasıl bir duygu acaba, eğer hala hissedebiliyorsan. O halde yaş 35 yolun yarısından elde kalan bir ömrün sanki 70 olacağına dair bir rutin, bir de araştırmalar sonucu şimdilerde ortalama ömrün 78 olduğu verisi var.
Nerede nasıl öleceğim hakkında bir fikrim yok, ama yaklaştığımız aşikar. Ufaklıktan beri içimde büyüttüğüm, sadece annem ve babamla aramdaki ilişkiye dair "onlardan önce bu hayattan gitmemeliyim"i şimdi arkada bırakıp, 2005'de bir de sıramı savmak gibi gülünesi ama trajik bir köşebaşını geçmişken, şimdi neredeyse son 1 yıldır uğrak yerim olan mezarlığa çok da uzak olmadığım düşüncesi içimde, rüyalarımda, mesaj merkezimde.
Bu evrende artık hiçbir ölümün beni o denli sarsamayacağını bildiğim bir zaman diliminde, hayatımın bundan öncesinde olmadığım kadar ölümle donanmış, onla barışık, korkusundan fersah fersah uzakta bekleşiyor haldeyim. Sanki balkonu suya sarkan bir yıkıntı evin balkon altında, bir şezlongda oturuyor ve denizin kabarıp beni almasını bekliyorum. Ölüm korkusunu yendim, ama deniz korkusunu asla, saygıyla, sonsuz.
Sevmek koca bir denizken, ölmek şimdi gerçekten kavuşmak.
Sonsuz dostum Huckleberry Finn'e.