Friday, February 29, 2008

Asayis Der Kemal


3 gündür bogazim agriyor. Insan grip, anjin gibi seylere sebebiyet veren son hamleyi animsamiyor. Oysa salona gittigim son sabah cikista "portakal suyu" dedigimde disarda kar yagarken "buz da olsun mu" diyen arkadasa "tabi ki" demistim. Geri sarinca hatirladim. Buzlu portakal suyunu lapa lapa kar yagisi altinda içe içe eve yürürken saatler 08:40'i gösteriyordu. Sicak, esnemis, soguk dusu yemis vucutun o tüm pelteligine buz pressi, girtlaktan.. 2 gün sonrasinda yamuldum. Epeydir de düzelemedim. Çarşamba günü maca giderken 40 derece ates vardi. 19:10'da evden cikarken "acaba gitmesem tvden mi izlesem" derken icime düsen tek kurt "ya cok felaket gecirirsek" kuskusu oldu. Skorla baki, gitmeseymisim simdi belki de bogazimi kesmistim bogaz agrisini da gecirmek icin. Arada 90 dakika sadece "tansiyonuyla" agriyi azaltirmis gibi yapti. Bu sabaha kadar saftim kayik, 2 gundur yastik yorgan sarmas dolas, uyku saati yine kaymis bir düzende, yani aslinda pek de klasik. 10 gün evden cikmadigin, sokaga adim atmadigim "magara adami" günlerini de animsiyorum da 2 günün sonunda, bogaz da biraz duzelince pirelendim. Aksamüstü servisten de yeni dönen ve 1 yasini dolduran kuzu'yla kendimi Bebek'e attim. Sahile gidip, Camlik'taki BP'den bir bira alip bankta oturup icmek bana kafi gelecekti. Daha yokustan inerken telefon israrla caliyor. Acmiyorum, bir kere yaptim o salakligi motor sürürken. Artik benzincide sandvic rafindan bir mozarella-jambonlu ucgenlerden cekerken telefon hararetle yine caldi, actim "efendim buyrun":
- hrrrr, hrrr, hisir hisirrrr.
- alo, efendim
- (sessizlik)
kaski kasanin onunde koydum ben geri aradim arayan numarayi. acmadi. acar gibi oldu. aninda tusladi. telefonu cebime koydum odeme yapicam, telefon caldi:
- alo efendim
- ben asayisten erhan baskomiser..
- peki canim, sen baskasina anlat bu hikayeyi
diyip suratina kapadim telefonu. Su internette fwd maillerde de bahsi gecen bir avuc denyonun "social engineering" oldugunu bilmedikleri ama elde edecekleri kimlik bilgileri ile sizin adiniza bankalari arayip telefon bankaciligi ile islem yaptiklari "yem"lerden biri. Hic yapmayacagim birseyi yaptim. Gerci hic yapmayacagim demeyeyim, 01'de oldukca örgütlü bir ölüm tehdidi sonrasinda yine kendilerine isim düsüp, birilerini sikayet degil, cok detay belirtmeden "basima birsey gelmesi durumunda sorumlu kisilerin sunlar olabilecegi ile alakali" bir zabit tutturmustum karakolda. Devlet, devletin kurumlarina ozellikle de polise isimin dusmesini istemem. Derdini anlatmak sikintidir ama o yil karakolda "tamam artik git" diye benden de yasca ufak bir komiser tarafindan ugurlanmistim. Neyse telefona son yarim saatte gelen 20'ye yakin arama ile beraber Arnavutköy Karakolu'nda aldim solugu. Hastaliktan yeni cikmis asabi insan psikolojisi olabilir. Yoksa kalkar böyle birsey icin karakola gider miydim bilmiyorum. Kapida karsilayan bey, 2001'de karsilayan komserle ayni tandansdan. "Yarim saattir araniyorum, biri asayistenim diye beni yemeye calisiyor, bu arayan numaraya bir baktirir misiniz, gercekten asayis mi, araniyor muyum, suclu muyum bir rahatliyim allahaskina". Ben yemleme oldugunun farkindayim. Memur direkt "bizim telefon nolardan arasak zaten aradigimiz mobil nolar bunlar degil" dedi. 0546'li no'lardan araniyorum. Memurlar eger cepten birilerini arayip karakola cagiriyorlarsa 0505'li nolardan ariyorlarmis. Bu da ise yarar bir bilgi olarak burda dursun. Aramalari bir iki gün dinlememi, devaminin 2 gunden fazla uzamasi halinde cumhuriyet savciligina dilekce vermemi ve gereginin yapilacagini belirttiler. Tesekkur ederek ciktim. Karakolda havaya girdim, cikista beni arayan lavugu geri arayip, "Suan Arnavutköy Karakolu'nun önündeyim ben baskomiser Trofolo, seni 10 dakkada buraya bekliyorum canim, gelir misin mekanindan mi aldirayim" diyesim geldi. Diyemedim, diyemedim, diyemedim... bu millet kafayi yemis diyemedim.

Bebek Parki'na gittim, sandvicimi cikardim, birami acacaktim. Sise yere düstü. Icemedim, cok icime oturdu. Gidip yenisini almaya üsendim. Asayis sütliman.

Thursday, February 28, 2008

90+


Olabilecek en iyi zamanda...
Bunlara gecireceksen sadece böyle gecireceksin.


Wednesday, February 27, 2008

Vergi Kacakcisi

Sabah kapi caldi. Bu saatte kim olabilir dedim, ya devlettir, ya kargocudur, ya zibidinin tekidir sabah sabah yikilmis kapiya. Evet kim olabilir: Maliye. Bir teblig uzatti. Vergi kacakcisi zanni ile kucak kucaga. Daha once Amazon'dan aldigim 6 adet kitap icin "Ithalat yapiyorsunuz" diyen devlet simdi de vergi kacakcisi ilan etmis, bilgi istiyor. Konu: Bilgi Isteme diyor tebligde. "Su Bebek'de bagli kotra size mi ait" demisler. Diyecegim siz once Akitan Un'un oglunun gemisini arastirin, birakin benim kotrayi, kontrayi...

1991'de Kocasinan Vergi Dairesi'ndeki hizli günlere özlemle, tekrar Vergi Dairesi denen yere gitmek. Gelismelerden haberdar edecegim merak etmeyin, guzel bir film bizi bekliyor.

Tüm bu olanlar esnasinda aklima Exploited'in "Dont pay the polltax" sarkisi geldi..

Tuesday, February 26, 2008

Foirest'e Geçirmek

Laurent Foirest isimli sahsina munhasir karaktersize
gecirmek icin kazanilmasi gereken bir macti.
Galatasaray 76 Asvel 75
"Yenilmez Armada" 10 yil sonra Avrupa sahnesinde...

Wasa, du blir vad du äter


Wasa, yenilebilir sunta. Ama ben pakedin üzerindeki karidesi çözemedim. Suntadan kalan kaloriyi karidesle mi tamamla demek istiyor. du blir vad du äter ~ yersen bundan aynen bole sunta gibi tahta gibi oleyon gari.

Monday, February 25, 2008

Bebek Parki'nda Sevdin Beni

Taşkın'la erir misin?




put your lovin' hand out, baby
i'm beggin'
beggin', put your lovin' hand out, baby
beggin' you, put your lovin' hand out, baby

ridin' high when i was king
played it hard and fast cause i had everything
walked away, wonderin' then
but easy come and easy go and it would end

i'm beggin' you, won't you give your hand out, baby
beggin', put your lovin' hand out, baby

i need you to understand
that i tried so hard to be a man
the kind of man you'd want in the end
only then can i begin to live again

an empty shell i used to be
shadow of my life is hangin' over me
broken man that i don't know
will leave it standing, devil's dancing with my soul

beggin' you, won't you give your hand out, baby
beggin', put your lovin' hand out, baby

i'm fightin' hard to hold my own
no, i just can't make it all alone
i'm holdin' on, i can't fall back
now that big brass ring is a shade of black

i'm beggin' you, give your hand out, baby
beggin', won't you put your lovin' hand out, baby

Vallee des Larmes


Batan Project #6


Levent'te eski Melodi sinemasi pasaji karsisindaki otobus duraginin arkasinda yer alan "Mustang" hobi alet edevat - buyuklere oyuncaklar dukkani kapanmis. Caminda "Satilik, Kiralik" ilanlari vardi. O siradaki 4-5 dükkan belli periyotlarda el degistiriyor. Beyaz esya satan dukkan disinda orada börekcesinden perdecisine kadar tonla ivir zivirci acildi, hicbirisi is yapamadi, batti, kapadi. Insan sirkülasyonu olmayan o yoldaki dükkanlarda is beklentisi icin "Günesli Pazartesiler"deki kadar bitkin ve ekabir ve hatta saf olmak gerekiyor.

Oysa daha t-uzaktan kumandali araba alacaktik oradan...

Javier Bardem


Akademi'ye gelene kadar, Los Lunes Al Sol'da...
(Zihni ile kardes olabilirler mi? mi? fa? sol?)

Friday, February 22, 2008

11

11turk

11 diyince aklima 11 numaradaki Kenan Amca geliyor. Benim icin 11 ilk once Kenan. Ve onun ilkokul öğrencilerini taşıdığı külüstür otomobili. Sonra mahalledeki kabus kırtasiyesi. Yine de ufakken karton, makas, uhu, fon kağıdı, defter, silgi fetişine hizmet eden o dükkani, büyücü otağı gibiydi, severdik. Heryerden birseyler sarkardı dükkanda. O yıllarda okul kitaplari sipariş usülü ile getirilirdi. Kuran-i Kerim'le ilk tanışmam da bu kırtasiye vasitasi ile. Ortaokulda din dersi, hoca "Bir Kuran'ı alip okusanız fena olmaz" demiş, işi her zamanki hacim fazlası ciddiyetiyle ele alan bir ben olmuş, Kenan Amca'dan Cagaloğlu'na gittigi zaman benim için Süleyman Ateş tefsirinden bir adet Kuran satın almasını rica etmiştim. Dükkanda teslim aldığım Cuma akşam saatlerini dün gibi hatırlıyorum. Nasil bir haleti ruhiyeyse sancak teslim alan asker gibi öperek teslim almistim. Sonrasinda bu iman bana fazla geldi; Kuran, peder beyin kitaplığına yerleşti. Bordo kapaklı, sari sayfalı tasarımı hoştu. Aklımda kalan sadece o...

Kenan amcalar taşındılar. Kırtasiyeler kapanmış, zaten okul hayatları da kendini kirtasiye malzemelerinden uzakta bir yerlerde bulmuştu. Yazan da yoktu artık, defter kaplayan da.. Uçurtma uçurana ise 15 yıldır rastlamıyorum. Marangozdan değil kırtasiyeden alırdık uçurtma çıtalarını... Hem bugün uçurtma uçurmaya kalksan arazi mi var.

Bunlar tabi o anda aklıma gelmedi. Maçtan birkaç saat sonra mağlubiyetin kasvetini atmak için 01:00 sularında oturduğum Nispetiye Caddesi'ndeki bir kafede, zihnim darmadağın. 10:30 suları maçta 11. dakika yani, "11. dakkada 11 türkle gol yenir mi".. Çattt sağdan orta, soldan kafa, top ağlarda:

- ağzını s.....
- ağzıma e....
- böyle kolay gol yenmez
- yenmez, 11 türk bastır
2 oldu, sonra 3 .. sonra Sion sonra Chelsea
- ama ben dedim böyle olmaz
- beyaz sansar
- beyaz tilki
- lincolnnnnn, lincolnnnn
- girse de bir halta yaramaz
- ya olursa, ya olursa, ya tutarsa.mp3
- rakı içen?
- acıkan var mı?
- sosis çok güzel olmuş
- teşekkür ederim
- olmayınca olmuyor
- ama onlar sürekli oluyor, onlara oluyor, neden oluyor, durdursun biri 5 oldu
- gönül gözü ile bakıyorum ben aslında scoreboardu "0" görüyorum
- gözüne sıçayım
- barusso giriyor, döner mi
- döner, dönebilir, dönemiyedebilir, dönerse mevlana, dönmezse ıslık çal
- rimini boys
- penaltıııııııııııı, şeref sayısı
- oh beee, goll
- döner mi
- 3 dakikada mı
- döner sermaye
- elveda avrupa, elveda manchester, elveda road to hell, elveda 11 türk, selamlar 11 hans

11 asal sayıdır, uğursuzdur, Kenan'dır, kabustur, Polsat polonya sualti taarrüz timidir.

***

Maçı Polsat'tan izleyince portatif tribün kurduk salona. İki adım ötedeki komşu Hıncal'ın evine on basıyoruz. Bir Ertekin eksik. Polsat'ta iki salak polak ilk yarım saat Kosecki'den girdiler, Turgay Şeren'den çıktılar neredeyse. Kafayı yemişler. Evet kesinlikle maçın bu garip sonucu bu musibetsiz polaklar yüzünden. Meymenetsiz hötöröfler, 11 olmaz olasıcalar... "Yavrum bir kanatlara yayın topu be, bir basın be ilerde, bir canlanın bir ısırın be, yapma no-look pass gözünü seveyim..."

Wednesday, February 20, 2008

Tuesday, February 19, 2008

Bebek

bebek
Ohhhh Bebek, ne kadar güzeldin sen... Bazen sahilde oturduğumuzu sanmamıza yol açan yürüme mesafesi ile kendimizi sıkı adımlarla yokuş aşağı bırakıp 20 dakikada içinde bulduğumuz semt: Bebek. Tepesinde İstanbul'un en güzel semti Etiler, solunda Aşiyan ve peşisıra Rumelihisari, sağında Arnavutköy ve Kuruçeşme. Herkese yaşadığı yer "en güzel"dir, bize de burası. Bebek, "bebekken" yani bu kadar yaşlı bir semt değilken Etiler Meydanı'ndan inen büyük yokuşta dükkan yoktu. Olsa iş yapar mı diye düşünmezdik. Ayakta durmanın bile zor olduğu o yokuşta, yıllarca Tonoz' Restaurant'a kimlerin gittiğini düşünmeye lüzum yoktu, birtakım ağır abiler... Yokuşun en sevmediğim tarafı bisikletle geri çıkamayıştı. Bebek Taksi o yıllar bisikleti bagajlayıp Etiler'e bizi atacak kadar alçakgönüllüydü tabi. Sabahları erkenden balığa indiğimiz günler takside balık kokmasın diye bisiklet elde tırmanırdık yukarı. Sabah 05'de inip 08'de eve dönüşlerde rastladığım bir yaşlı sprinter beyin yaz boyunca "bu yokuşu ne zaman bisikletle çıkarsın o zaman tam bir bisikletçi olursun" diyişleri belleğimde halen. Tebessüm ettiğim bu yaşlı beye hiçbir zaman bisikletçi olmak gibi bir amacım yok diyemedim.

Santral Şarküteri - Bebek

Haa balık, Doğa ile Çamlık'a balığa indiğimiz günler. Ekseri Doğa tutardı balığı, ben beceremezdim. Bir keresinde 6kg kadar istavrit tutmuş, eve dönünce bahçede kızartıp yemiştik. Mahalle balığa doymuştu. Etrafta ne kadar çocuk varsa akşama kadar balık yedirmiştik. Çamlık, Mısır Konsolosluğu'nun yan tarafı, Cevdet Paşa caddesinin uzantısı ile benzinincinin kesiştiği yer yazları geçirdiğimiz mevkiydi. Çoğu cevval, konsolosluğun tam yanından denize girerdi. Şimdilerde de giriliyor ama deniz o zamanlar görece daha temiz, denize girip çıkmak da daha bir namüsait görüntü yaratmayan esvaptaydı. Doğa birgün dalıp çıkıcam iki dakkada diye oradan suya atlamış, akıntıya kapılınca ben karada paniğe kapılmış, Doğa'yı ancak Arnavutköy dönemecindeki fenerin orada elimi uzatarak çekebilmiştim. Doğa'yı o gün kaybetmemiştim ama sonraki yıllarda birşekilde kaybettim. Annesi Songül teyzenin Doğa'nın denize ilk atladığı noktadan Bebek'te kendini denize atıp intihar etmesiyse orada balık tutmaktan ayağımızı kesen hadise olmuştu. Zaten hemen arkasından gezi tekneleri sahilin o tarafının canına okudular. Balık tutacak aralık, olta malzemesi alacak yaşlı adamlar kalmamış, araya Commodore64'lü yillar da tam zamaninda girmişti. Doğa'nın evde kapanıp sabahtan akşama kadar California Games, One On One ve Em'Hughes Soccer oynayıp, balkonda öteki yaz için çapari hazırlayıp duruyorduk. En sevdiğimiz belgesel Captain Cousteau serisiydi.

Bebek'te te te te

Bebek'de çay için Bebek Kahve tek çökülebilen yer, Santral Şarküteri tek sandviç namına atak edilebilen dükkandı. Bilemedin en fazla Roma dondurmacısı. Marketten birkaç gazoz, su ve sabahtan akşama kadar Arnavutköy ile Aşiyan arasında volta.

Bebekte Afisler 00

Zamanla her semt değişime uğruyor. Etiler bile bankalar caddesinden, cafe istasyonuna dönüşürken, şehrin başka alanlarındaki yaşam formları da diğer semtlere enjekte edilmeye çalışılırken, Bebek'in değiştirilmemesi iştahlı azmanların ayıbı olurdu. Sevgili Ferhan İstanbullu geçen pazar Milliyet Pazar Eki'nde bu dönüşümü yazmış. Aşağıda bu yazı var. Okuduğumda bizim Bebek geldi aklıma. Hey Bebek, ne kadar da şey olmuşsun sen öyle....




Paparazzi olsam bütün pazar günü Bebek'in kısacık caddesini arşınlardım

FERHAN İSTANBULLU

İstanbul'un en şık semti diye sorsak çoğumuzun ilk üçünde Bebek hep vardı galiba. Öte yandan tüm cazibesine rağmen birkaç yıl öncesine kadar benim gibi kimi sakinlerinin buradan sıkılıp kendini ilk fırsatta Tünel'e, Nişantaşı'na attığı bir gerçekti. Fakat bizimki gibi, yaşayan şehirlere özgü bir metamorfoz gerçekleşti. Peki Bebek, sosyal İstanbulluların mutlaka uğradığı bir yere nasıl dönüştü?



"Ağır top" diyebileceğimiz mekanlardan başlayalım. Bir kere Bebek Kahve... Bugün 45-50 yaşlarına gelmiş, özellikle sol tandanslı bilumum gazeteci, memleketi kurtarma planlarını burada yaptıklarını anlatıyor. Belediye başkanı da, kulüp yöneticisi de, gazeteci-yazar tayfası da, "celebrity"si de burada birdir, bunu herkes bilir. Sık uğrayanlar arasında İsmet Berkan, Cem Özer, Elif Ilgaz, Han Tümertekin, Nurgül Yeşilçay, Berrak Tüzünataç var.

"Olmuş" işadamları, yaş-mevki itibarıyla "ağır" gazeteciler, periyodik olarak yıllardır Bebek Bar'da buluşur. Yenilenen terası, özellikle yuppie'ler için hesabın şirket kartıyla ödendiği kutlu zamanların başlıca buluşma noktasıdır.

Meşhur balıkçılar
Sonra Bebek Balıkçı. İstanbul'da zırt pırt baştan yaratılmayan, zarif kimselerin gittiği, mesafeli ama klas bir mekan burası... Fahiş fiyatları havalı "crowd"unu pek de bozmaz. Koçlar, Sabancılar, Demirörenler, ünlü şarkıcılar, yazarlar, politikacılar (her nedense bilumum eski tabanca CHPliler!) müşterisidir.
Diğer bir meşhur balıkçı ise Poseidon -ki burası kapıdaki özel şoförler, valelerin tavrı nedeniyle daha bir "yeni zengin mekanı" gibi. Üst katta açtıkları İtalyan lokantası Il Porto'nun sessiz sakin müdavimlerini yarattığını da duydum.
Sahilde iskelenin yanında teknede yaptığı çayları açılıp kapanır masalarda ikram eden beyaz saçlı, sıska, her giydiği yakışan Hasan beyin, aralarında anti-Bebek Kahveciler'in de bulunduğu alternatif bir müşterisi mevcut.
Bebek Yokuşu'nun başındaki Bebek Köftecisi ise herkesin bildiği sırlardan. Eskiden yazın buradan nefis köfte-ekmek alıp parkta yerdik, ne güzeldi.
Bebek'in demirbaşları bunlar. Ama semti her pazar uğranan yer yapan mekan (Bebek Kave dışında), Mangerie oldu. Pazar sabahları burayı küçük çocuklu -dolayısıyla güne oldukça erken başlama durumunda olan- ailelerin istilası söz konusu. Hafta arası ise dünyanın belli başlı şehirlerini iyi bilen, kalite ve servis beklentisi yüksek bir kesimin gözdesi Mangerie. Sık gördüklerim arasında Rıfat Özbek, Edip İlkbahar, Selman Bilal, Muzaffer Yıldırım var mesela.

Kahvaltıcıların adresi
Ve Lucca... Adını Ankaralıların çıkartma yaptığı yer olarak duyurdu. Şimdi her telden insanın olduğu, melez bir grubu müdavim yapmayı başardı. Bir de hafta sonu kahvaltısını hep Lucca'da yapmayı tercih edenler var; Okan Bayülgen'i de Ferhan Şensoy'u da, Demir Demirkan'ı da, Pınar Altuğ'u izleyen paparazzileri de burada görmek mümkün.

Küçükbebek harekatı var bir de. Bence bu durum, yakında The House Cafe'nin açılmasıyla zirveye ulaşacak. La Favorita diye şirin, küçük bir İtalyan lokantası var mesela, özellikle açık havada yemek yenebilen gecelerde çok tercih ediliyor. Karşısındaki Marmaris Büfe, özellikle geç saatlerde dilli kaşarlı kombini için özel olarak gelen müşterileri ağırlıyor. İçkinin bolca tüketildiği geceler için bir "hangover" mabedi...

Bir de küçük, Provençal mobilyalarıyla ve nefis kurabiye kokulu dükkanlarıyla çok beğenilen Happily Ever After adlı kafe var. Mankenler de, işadamları da, kreatif tayfa da müşterisi. Mesela hafta arası erken saatlerde yürüyüşe çıkan Mustafa Taviloğlu ve Vatan gazetesinin yönetim kurulu başkanı Zafer Mutlu burada kahvaltı ediyor. Yanı başındaki Milagro, bana bir tür Lucca "wannabe"si gibi geliyor. Rol modeli Lucca'daki şıkşıkırdım kalabalığa burada Eren Talu gibi havalı isimler, mankencikler de ekleniyor.

Konumuyla dünyanın en güzel Starbucks'ı Bebek'te. Hafta arası beyaz yakalılar günün programını tall Americano'lar eşliğinde burada yapıyor. Hafta sonu erken saatlerde ise The Guardian, New York Times filan okuyup puro içen bir seçkin işadamı kitlesi var.

Buluşma noktaları
Yakında açılacak olan ve zaten keşmekeş olan trafiği daha da beter edeceği için hafif kaygıyla beklediğim Midpoint gerçeği var bir de. Eminim dev porsiyonları, çok zengin mönüsü ve kocaman açık alanıyla popüler bir buluşma noktası olacak. Ayrıca Starbucks'ın daha sofistikesi diyebileceğim Cafe Nero da Bebek şubesini açacakmış. Nereye diye düşünüyorum, bizim evden başka bir olasılık aklıma gelmiyor! Ne de olsa tüm cadde üstü dükkanlar çoktan tutulmuş durumda...

Ayrıca Bebek'in şimal yıldızı binalarından McDonalds'ın yanının da apart hotel olacağı konuşuluyor. Benim hevesle beklediğim dükkan ise Konyalı Manav'ın sırasında açılacağı söylenen, Kanyon'daki Le Pain Quotidienne'in şubesi...

Yeme-içme harici Bebek'e uğrama nedenleri arasında Dünya Kitabevi'ni saymamak olmaz. Şehrin en geniş yabancı dergi seçeneği burada. Nükhet Eczacıbaşı'nın verdiği pilates dersleri de Bebek'e akım nedenlerinden. Yine muhteşem Fransız yetimhanesinin yerine inşa edilen Bebeköy projesi de içine MAC'in açılacak olması ve nefis manzaralı daireleriyle bitmeden bir şehir efsanesine dönüşmeyi başardı. Bir de Bebek Yokuşu'ndaki dövmeci Emrah var. Ne hikmettir bilmem, herkes kendini burada dövdürüyor.

Paparazzi olsam kameramla tüm bir pazar günü Bebek'in kısacık caddesini arşınlarım, yeter diye düşünüyorum hep. Kim kiminle ahbap, kiminle kırıştırıyor, makyajsız nasıl görünüyor, hepsine dair malzeme Bebek'te var.

Saturday, February 16, 2008

The Nines


Tanri'nin varligi uzerine bir sorgu.. Tanri var mi? Elbette var saskinlar.. Mutlaka izleyin. 21 Subat'ta If gösteriminden once... Accountu olanlar icin su da linki
Simdi sanal gerceklikten siyrilip kosma vaktidir, cumartesileri 08:00...

Friday, February 15, 2008

Marinasyon De L'Atmasyon

Önce sunu bir ilistireyim suraya:

Dana Kaburga (Beef ribs)

12 saat özel marinasyondan sonra 4 saat fırınlanmış dana kaburga. Size düşen bu lezzetli eti sadece ısıtıp misafirlerinize ikram etmek.

Sabah club'da koşuyorum çok afedersiniz. Çocuklugum icinde gecti. Biz ping-pong oynadigimiz zamanlari da hatirladigimiz icin simdi milletin trend diye yığılmacılığına gülerek bakıyorum. Halı sahası vardı, maç yapardık her cuma siteboys united'a karşı. Yan site olarak her hafta ellerine verip, gicik edip çıkardık siteden. Neyse.. konu bu değil.

Saat 07:00 de başlarsan gazete falan olmuyor koşarken sikimsonik dergilere kalıyorsun okumak icin. E ayin da ortası aybaşında hemen hemen tüm dergileri hatmettim zaten. Severim de magazini, elim gitti Şamdan aldim. Yannız bir gören olacak ve şanıma yakıştıramıyorum diye Şamdan'ı Timeout'un arasında okuyorum. O derece utanç verici bir durum kendim açısından. Oysa evde serisi var koleksiyon...
Sayfaları karıştırıyorum, bizim siyah tay bugun yine yanımda. Koca salonda -koca degil aslinda kıç kadar- saydım 30 koşu bandından 25'i boş. Gelip yanımdakinde koşuyor her defasında, dikkatim dağılıyor. Düşüp maymun olacağım bir gün. Ama kendimle gurur duyuyorum salonda siyah tay'a en bakmayan gibi bakan benim. Zaten ayna teşkilatından dolayı görmemen olanaksız, neyse bunaldığım zaman kendimi uç bucaktaki bir bisiklete atıp, havluyu da başörtüsü gibi çekiyorum başıma. Millet de bu sefer "Türbana Evet" mi diyorum diye bakıyor zannediyorum. Neyse konu bu da değil aslında..

Samdan'da sayfayi cevirdim. Emre Mermer'in Steak House'u artik sosyetenin ugrak yeri olmusmusmus... Yilbasi aksami bizim yakin zevattan bir aile dostunun da bahsi gecen dukkanda bir davet verecegini duydugumda tebessüm eylemistim. Hey gidi getto-Armutlu, kim senin sosyetenin ugrak yeri olabilecegini düsünebilirdi ki.. Gün gecmiyor ki adini görmesem kendimi kötü hissedecegim Monik Benardete hanfendi bir davet vermis gecenlerde. Bizim eski baskan Mehmet Cansun, o müstehzi gülümsemesi, purosu ve esi ile 4 kisi varlar ortamda. Rahmi Koc'undan falancasina da cabasi.. Simdi acikcasi iki adim otesi gecekondudan seyreltme kacak arazi olan bir yerdeki bu trendcilige kicimla gülüyorum. Yasam alanimin dibinde dönen bu tezgah midem bulandirmiyor desem yalan olur. Ama naparsin trendsetter dunyasi iste. Sen "marinasyon" et yapiyorsun ya, demek ki Gaziosmanpasa'da taranan kahvenin yan dukkaninda ben de acsam mekan belki "cemaat" cevremden trendi yakalarim...


Limonla marine edilmis tavuk etii..
Denediniz mi?



Pardon acaba sehr-i İstanbul'da isletme tutundurmanin gizli kitapcigindan elinde olan var mi? Network disindakilere bu ulkede yasamak zor zenaat... Bosuna o haberleri, sayfalari gorup bunu bir "success story" sanmayin, boyle birsey yok, sizi yiyiorlar.

Dergi Samdan olmayabilir, baska birsey de olabilir.. Az once mailboxima düsen mailde postun girisindeki "Marinasyonlu" sey haberdar ediliyordu. Gecen gun bizim mahalle manavi da cekememezlik mi bilemedim "Etlerin besi oldugu da hikaye, milleti yiyiorlar" dedi.. Eyvah eyvah demistim, yangin semti sarmis.. Ama gerci manav da benle e-ticareti kovaliyor, netten Avokado satacagiz...

...derken sacma sekilde gaza gelip bir ara ondan hizli kosacagim diye 9.0 tempoya aldim aleti. 2,5 dakika dayanamadim soldan kramp girdi belime, tekrar yurume temposuna indim ama caktirmadim siyah tay'a... Marinasyon de la chansonnnn...

Tek Yudum

"Bir şişe sarabı beğenmek için tek yudum yeterlidir" -
Pillow Talk

Thursday, February 14, 2008

Izbe Leverkusen

Evden ciktigimda saat 19:15 gibiydi. Maca yarim saat var. 5 dakika taksi bulamadim. Bindigim taksi de Akmerkez önünde kitlendi. Kar bastirmis ilerlemiyor taksi. Zeytinoglu'ndan saptirip, en azindan metroya ulastirma cabasindayim arabayi. Neden arkadan 4. levent'e cikmadigimizi bilemiyorum dedim taksi soforune. "Ben de bilemiyorum" diye cevap verdi, sasirdim. Biyikliydi üstelik.

Ic Levent'ten metroya dogru yol alirken, bulmam gereken bir kapi numarasinin da onunden gectik. Bir tasla iki kus oldu. 19:30 metrodayim. Mecidiyeköy'de meydana cikip stadin oraya gittigimde saat 19:47'ydi. Akredite kartini sordum, yerinde yeller... Maca giremiyorum. Kale arkasi tribününe gideyim dedim bilet bulursam belki, belki. Gittim numarali ile eski acikin arasindaki bosluktan, numaralinin isiklarinin yansittigi kar yagisini izledim 10 dakika, daldim. Bilet falan hikaye oldu.

Baska takimlarin maclarinin oynandigi saat ve gün, stad cevresinden gecerken mac baslamak üzereyken atkilari ile bir grup insanin staddan ters yöne dogru yürümeleri bana hep buruk gelmistir. Biletsizler, girememisler, sefiller, bitap düsmüsler, garipler ordusu... O ordunun bir üyesiyim ben de süratle ASY'den uzaklasiyorum, boynumda atki. Biri yolda cevirip " Ne oldu giremedin mi" dese suratina bir tane gecirecegim. Sinirlerim bozulmus durumda. Maci izleyecek yer araniyorum felli fellik. Mac akiyor bu arada, 15. dakika oldu coktan. Aklima daha once de birkac kere gittigim izbe bir meyhane geliyor. Kapisina dayaniyorum. Daha once takim 100 metre otede oynarken stad disinda bir meyhanede maci izlememistim. Garip bir aldatma duygusu bu.

Iceri girdim, hinca hinc dolu. Ust katindaki ocakbasinda bir kiclik yer bulabilir miyim diye dusunup ciktim ama nafile, ust kat erkekler hamamindan hallice. Oysa ete de verseydim kendimi bu son günlerin biolojik yasantisina kisa bir es olurdu. Indim tekrar asagi, arada Arda saldiriyor, Servet saldiriyor.. Sesler gelsin kafi diyorum. Alt katta da kalabaliga karismak yorucu geliyor. Hemen giristeki "gocaman" plazmanin altinda dikiliyorum. Sinirlerim gevsiyor, iceri dogru uzanan kalabaligin o kacan gollerdeki halini gordukce... Kufurler havada ucusuyor, Kalli'ye saydiranlar, baskana saydiranlar, Ayhan'a saydiranlar, o anda sahada olmayan Lincoln'e saydiranlar... Ambiyansin icine düsmüsüm haberim yok. Tropikal bir agac kivaminda dururken sef garsonun "abi bole olmaz" israrinin birseyler almam gerektigine isaret oldugunu idrak ediyor beynim, "ver bira ver, arkasindan raki ver, su kenardaki mermerin de üstünü donat, ne varsa getir". Sef garson iki seksen uzuyor, anliyorum ki "birahane" süslü bu meyhanede "raki" icmek gayet ortalamanin üstü bir durum. "Abi burda olmaz" bir anda "Abi bir arzun var mi"ya dönüyor.. Arzum bir gol olsun, su kalabaliga ucarak kucak kucaga, hayatimda baska bir mekanda 5 dakika ayni bankta bile oturmayacagim adamlarla cosalim... demiyorum ama der gibiyim, düsüncede.



Devre gol yok, ama raki kadehlerinde 2-0 öndeyim. "Dolduralim". Devre arasinda ikmal oluyor, birileri cikiyor, yerlerine bir baskalari giriyor meyhaneye. Yakindaki marketten aldigi eski kasari koynunda mekana sokan "abi", mermerimin oteki tarafinda pakedini koyup "bir bira" diyor. "Disardan yiyecek getirmek yasak" degil anlasilan, garsonlardan biri "taze mi bu be" diyip bir tane kasar dilimini agzina atip, vizeyi veriyor "disardan getiren" abiye. Rakilar aklimi aldikca, herkes ayri birer karakter, ayri birer tipleme... Surekli gol kacsin istiyorum, duvar dibindeki 15li masa gol kactikca enfes goruntu veriyorlar, fotograf makinem yanimda yok, ah bir olsa...

Gol olsa diyorum ah bir gol olsa. Soldan Hakan'in ortasina Umit o topu ust aglara taksa, sa, sa, sa... Oluk oluk raki aksa masalarin üstünden. Les gibi sigara kokuyorum bu esnada, üstüne yenileri ekleniyor kokularin. Nefret ediyorum sigara kokusundan ve hatta sinmis olmasindan. En az 2 dus anca dezenfekte edecek beni mac sonrasinda...

Copsis, ayva, peynir, salatalik, raki, bira, tursu seklindeki tabagi geride birakip cikiyorum. Astoria'nin oraya kadar kar yagisi altinda yürüyorum, iyi oynadi diyorum bizim cocuklar ama sanssizdilar, Almanlar da iyi kitlediler. Macin cogunu izlemedim, sadece sesini duydum. Durdugum yerde tv yuzeyi ile açım 10 dereceydi, kafayi uzattikca oradan da diger izleyenlerin killanmalarina dayanamadigim icin 90 dakikanin cogunda sadece sesi duymayi yegledim.

Eve donus icin taksi cevirecegim, taksiler bos gecmiyor. Durdugum yerde bos gecenleri, onume hamle yapip oteki insanlar aliyorlar. Bir iki degil tam bes kere sesimi cikarmadan ole agac gibi duruyorum. Herkes üsüyor, hepimiz ayni anda üsüyoruz ama sogugun nezaket ve kibarliktan alip goturdugunu gormek daha da üsütüyor icimi. Bir ara arkama bakiyorum, yasli bir adam da beklemekli. Bari bulursam simdi bir bos taksi, kendisine de sorayim ne tarafa diye kafamda kurguluyorum. Tam bir bos taksi geliyor Esentepe tarafindan, hamle yapicam, arkamdaki yasli adam kosup biniyor. Yedinci hamleyi kaldiracak gibi degilim zaten kimse de kalmadi ortalikta, gelen ilk taksi binebildigim bir taksi oluyor... Eve donus yolunda bir mesaj geliyor, "Bebekteyiz gel, kahve iciyoruz". Kiriyorum dümeni sahile... Izbe'de baslayan mac günü, amerikan kahvecisinde sona eriyor. Sehrin uçları ve Galatasaray...


Mi Mandi Rose




nasıl oluyor da
bana güller gönderiyorsun
bi şeyler yapıyorsun
beni zaten seviyorsun
lanet olsun
kafam karışıyor
karışıyor ama kim için
seni çok istiyorum
ama sen bir fedakarlık bir üzüntüsün
ama senin yanında
şarkı söyleyerek sarhoş olacağım
sen kalbimde bir sambasın
zincirden boşanmış gibi dans eden ve hiç durmayan.

bana güller gönderiyorsun
sonra ne tuhaf bir hayvan oluyor bu duygu
bazen hayır, ihanet değil
bir hareket bile beni tatmin ediyor

ama sen kimsin
rol yapan bir adam mı
belki de gerçeksin
bana aşık
diyorsun ki umutsuz
benim için deliren
seni çok istiyorum
ama sen bir fedakarlık bir üzüntüsün
ama senin yanında
şarkı söyleyerek sarhoş olacağım
sen kalbimde bir sambasın
zincirden boşanmış gibi dans eden ve hiç durmayan.

bana güller gönderiyorsun
sonra ne tuhaf bir hayvan oluyor bu duygu
bazen hayır, ihanet değil
bir hareket bile beni tatmin ediyor

Download




come mai
mi mandi rose,
certe cose
le fai tu,
mi ami già,
maledizione,
la testa mi va in confusione
e confusione per chi.
di tanto in tanto ti vorrei
ma sacrificio, tristezza tu sei,
ma accanto a te
mi ubriacherò cantando,
sei come un samba sul mio cuore mai,
balli ti scateni e non la smetti mai.
mi mandi rose e poi
che strana bestia è questo sentimento,
a volte no, non basta un tradimento
ma solo un gesto che mi sazi un pò.
mi mandi rose e poi,
che strana bestia è questo sentimento,
a volte no, non basta un tradimento
ma solo un gesto che mi sazi un pò

ma tu chi sei,
l'uomo che posa
o qualcosa
che forse è un sì,
fai con me
l'innamorato,
mi dici che sei disperato
e che sei pazzo di me.
di tanto in tanto ti vorrei,
ma sacrificio, tristezza tu sei,
ma accanto a te
mi ubriacherò cantando,
sei come un samba sul mio cuore mai,
balli ti scateni e non la smetti mai.
mi mandi rose e poi
che strana bestia è questo sentimento,
a volte no, non basta un tradimento,
ma solo un gesto che mi sazi un pò.
mi mandi rose e poi,
che strana bestia è questo sentimento,
a volte no, non basta un tradimento
ma solo un gesto che mi sazi un pò.

mi mandi rose e poi,
che strana bestia è questo sentimento,
a volte no, non basta un tradimento
ma solo un gesto che mi sazi un pò.
mi mandi rose e poi,
che strana bestia è questo sentimento,
a volte no, non basta un tradimento
ma solo un gesto che mi sazi un pò.

Wednesday, February 13, 2008

Crank


Cutting Crews'in Died in your arms'i gibi tek sarki ile hatirlananlardan bir tane daha.. Oyle sarkilar vardir ki zaten o grup bir daha musiki icra etmese de olur, sarki kafadan külttür. Catherine Wheel'in "Crank" adli parcasi. Zamaninin cok cok ötesinde bombetti bir parca. Bu parcanin Kranch grubunun Love Album'une esin kaynagi parcalardan biri oldugunu da belirtelim. Her dem beni delirtiyor bu sarki...

Download


love my superstitious games
running circles round my brain when i'm left smiling

i love to steal this living steam
my head in someone's dream
i'm tired of sleeping

call me crank, my idea
crank, so super
crank, my conscience clear

i build my canopy of steel
it fulfills my sense of real
a chrome protection

call me crank, my idea
crank, so super
crank, my conscience clear
it's clear

in this small partition, like a prison
explode time bomb
if you know where i come from

you call me crank, my idea
crank, so super
crank, my conscience clear
please call me crank, it's what i need
crank, my mind in seed
crank, my dream complete

lay down, lay down, lay down



Run For Your Life(*)

Sabah 07-08:30 seansinda en az benim kadar sektirmeden gelen uzun suratli ince bel siyah tay saçli kizin, setup'lasam "uykudan sonra sevgilini kosarken de yaninda görmek ister misin"e bu kadar cuk oturacagini bundan 9 ay once bilemezdim elbette. Yatak-bant arasi sadece 7.5 dakikami aliyor. Ikizi olabilir mi?

(*): Nike'in 2007 sloganlarindan biriydi. Ki Nike fetisiyim...



Tuesday, February 12, 2008

Amity Sheriff'i Brody


Anlasildi ve en olmadi cenaze malumatcisi olabilirim. Bir ölüm haberi daha.. Jaws serisinin utunulmaz aktörü Roy Scheider 75 yasinda yakalandigi kansere yenik düstü. Sen Jaws'i hakla, kansere yenil...

Minimum Naz Maksimum Haz

zemini böyle olan odalarda yaşanan
ilişkiler de kalmadigina göre... motorrrrr!

Bayan O'nun lafiydi bu. O dönem bana hasta olmak sanrisinda, ben de onun laflarina tav oluyorum. Icinde Perec kullanma kilavuzu gecen mektuplar yaziliyor. Ne Perec'le ne onun kullanma kilavuzu ile hic alakam yok. Ferhan Sensoy okuyorum o yillar. Yokus asagi lastigi patlayan araba hissini ilk tadis denilebilir tüm olan biten. Bayan O. evli. Bu incir diker gibi oldugum ilk ocakti ama son ocak olmadi. Sonrasi isitilmekten gina gelmeyen o beyhude nasihatlar "sevenleri ayirma", "kimsenin iliskisini bozma", "kucaktan gelen kucağa gider"... Bayan O. ile nereye giderdik bilemiyorum, gidemedik de. Onu aleminde birakip ayrildim oradan zaten. Ama yillardir bir aritmetik olarak kafamda yankilandi durdu şu "kucaktan gelen kucağa gider" problemi. Tek eslilige inananlar dergahindan olsak cümbür cemaat, kucaklar arasindaki "es" i anlayacagim ama neresinden bakarsan bak herkes bir kucaktan inmedir. Sen birinin eskisi, ben birinin bohçası, o kendini birkac yil kaybedip sonra karsina cikan, bir otekisi "benden iyilerine layiksin" salatasinda... Soludugumuz hava bu, yedigimiz yemekler bol salcali olunca arabeskimiz eksik olmuyor, galiba.

Gidiyorsun sen kucaklara sonra. Baska kucaklara. Aradan yillar geciyor. Sen kucaklari, ben kaçakligi unutuyorum. Nazı az hazzi bol olsun diye dayiyoruz aşk sarabini.. fonda elbette ictik aşk sarabini, arabeskiz ya. Sonra bakiyorsun -ki bakamiyorsun- kararli atom gibi direndigin, direttigin, etrafinda bir hayat inşa ettigin kendin'e aynada bakamaz olmuşsun. Utanmak, ayip, ahlak gibi şeylerden vurdugun dem çaydaki dem degil, olsa aynadan süzülür asagi, aksini hiç edercesine.

Sonra şöyle başliyor film: Sünger cektim herşeye, hayat bir kayit studyosu ya, sizdirmamasi lazim sesleri, eski sesleri, eskileri. Süngerbob diye birsey cikmis gordukce aklima geliyor gürültülü bütün odalar. Bir rüyada da zaten evin bütün odalarinda sicil defteri kabul günü var gibi. Hepsi birer odada. Ziyaret edip hal hatir soruyorum... Böyle bir enayilik genlerde var. Kimse ile düsman olamiyorum, en kanatanla bile.

Sonra ara oluyor, fuayedeyiz. Filmden önce, merdivenlerden çıkarken fuayede gördügüm hali geliyor aklima. Hiçkimse öyle uzaktan güzel "el" etmemisti. Söyledigim gibi de giyinmis. Yüzdeki o gülümseme essiz mi ne. Sanki bugun dünden daha mi güzel. Bana baksana diyorum, gözlerini kacirma bana bak... Ne kadar az naz o kadar fazla haz olur biliyorsun degil mi diye ekliyorum... Yeni inşaatimin arkasindan bir gökdelen uzaniyor: Bayan O. ve aktüel eşi kolkolalar. Suratlarda "biryerlerden tanisiyoruz" bakisi... MNMH!

Monday, February 11, 2008

Gone Baby Gone


Filmin kerametsizligi ve cinnete götürürlüğü zaten film saatlerine baktigimiz sitede 00:00 filtremelesiyle ulasilan filmler arasinda kendince cazibeli görüntüsüne aldanmaktan... Müstakbel ramazan gibi, haftasonlarini tavukyatar vakte ayarlamislar, film yok gidilecek.. Ortalik sömestirin son haftasonunda coluk cocuk filminden gecilmiyor, gece yarisinda cocugun ne isi var ama sinemada.. Ben Affleck'in ilk yönetmenlik denemesi. Denemeseydin be hic Affleck. Filmin sonunda bu oynayan Affleck'in kardesi mi diye jenerigin pesindeyiz, bravo ta kendisi. Ifadesiz surattan oyuncu bu kadar olur. Film boyunca bir tane mimik yok. Git pandomimci ol kardesim. Kisacasi gözel gecenin hazin filmi.. Daraltti, bunaltti, sacma sapan dialoglarina güldürttü... Geldim film hakkinda klasik film sonrasi nette bulabildigim bütün yorumlari okuma keyfine giristim, filmi oraya buraya suraya koyamayanlar var... Bende mi bir eksiklik var dedim. O da salondan cikarken "sonraki filmi ben secicem" dedi. "Tamam" diyerek uzaklastim...

Akşam Olunca Eve Dönse Ölü Babalar

"...ayrılık ulkesinde delikanlilar, biyiklari dişlenmekten uc vermez gibi
ne garip, ölmek saniyor çocuklar geceleri
o denizlerde balik tutmak, marti olmak bize göre iş değil
bir kartal kanadı olmak isteriz dağlarımızda bir biraksalar
bir biraksalar ay isinin percemini daglara dusurdugu o aydinlikta
en guzel ciceklerle kucaklayabiliriz sizi…"
y.odabasi

Yalniz kaldiysan...


cocuklarina aldiklari kopekleri atiyorlar
disari
cocuklarini atamiyorlar cunku
sokağa

Futbolda Tecavüz

Saturday, February 9, 2008

Karakol topraktı, O Cesur...

Haydi Bülent haydi Bülent haydi.... tam zamani tam zamani simdi...




Kör Şöför


Tepecik Yolu'nun gece issizinda ralli arzusunu tetikleyen kivaminda akarken kuzuyla, sol dikizden yaklasan motorun soldan yolu açmama ragmen kicima yapismasi, sonra da 13th friday jason gibi yanimdan tiris gecmesi pek ala gecenin 02'sinde delirtti.. Gecip giderken önümden bastim kornaya inadina, arkasindan ben kicina yapistim bu sefer... Durdu 20-30 metre ilerde. Yaninda durdum. "Gecenin bu vaktinde napmaya calisiyorsunuz" dedim. Motordan indi, U-Turn'deki oto tamircisi kilikli bir tip, gözler cam dibi.. "Kusura bakmayin göremedim sizi" dedi. Köre ehliyet vermişler...

Friday, February 8, 2008

Temel Özalak

1953-2008
Önde Turan Yücel, arkada solda Temel Özalak
ve yanında Cevad Prekazi

Telefon çaldı, telefondaki ses: "Temel abi ölmüş" dedi. Hangi Temel abi diye sormadim, ben hayatimda adi Temel olan başka birini zaten tanimadim. 80'ler, Galatasaray, Gelisim Spor, Mac yorumlari, mac tahminleri ve Temel Özalak.. Dün bu haberi aldigimda calisma masasi üzerinde digital ortama aktarilmak üzere olan Gelisim Spor'lara bakindim.. Yukardaki fotoyu bir sayisindan hatirliyordum, bulmaya calistim bulamadim. Belki de baska bir yerden hafizamda kalmis.. Kafamdaki bütün karelerin bir kopyasinin oldugu adamin arsivi, Coskun Celik arsivi yetisti. Temel Özalak ve Cevad Prekazi takim otobüsünde arka 5'lide... Sari-kirmizi dünyadan bir kalem, bir yildiz kaydi.. Üzgünüm

Thursday, February 7, 2008

Free BSD Boy


Yıl 2000, Conrad Hotel'de Kocsistem'in Güvenlik semineri var. Checkpoint-Israel'den Ifthak Amid ufak bir showcase icin gelmis. IIS vulnerabilities uzerine birkac canli hacking vakasi simule edecekti. Baglanti mi ne kuramamisti remote sistemle, sicmisti.. Seminerde Freebsd sempatizani bir cocuk kalkip Checkpoint menejerine bu patlayan showcase uzerine agir sorular sorunca salonda pis gülüsmelere neden olmustu. Sabah koşarken cocugu hatirladim, nereden malum olduysa.. Kimbilir suan nerededir? O salondaki Kocsistem'den bizim agir *nix fanatigi ocd aka. Guru suan Facebook'da calisiyor mesela...

Sunumlarin, prezentasyonlarin, müsteriye şovun ortasında devrilen kahve...

Ben Efsaneyim!


..ben de! Amerika'nin köleleştirdiği zencileri şimdi Hollywood bulvarlarında kahramanlaştırarak bir dünya kurtarıcısı olarak sunmasının günah çıkarmaktan başka bir izahı da olmalı. Biz'e göre bu "Zenciler buraya alınterleri ile geldiler" olabilir. Tüm bu sinsi plan bir yana, yalnızlaşma-yalınlaşma kulvarındaki filmlere başından tav biri olarak açıkcası filmi, hakkında metroda gördüğüm afişten sonra izlemeye karar verdim. "I Am Legend", Richard Matheson'un 1954 tarihli ayni adli romanindan uyarlama. Dünyaya virüs bulasir, 6 milyar insan geberir. Geriye 12 milyon insan kalir. Onlar da etrafa dagilmislardir. Son kalan "Insan" Robert Neville (Will Smith) idman yaptigi ve etrafta kadin yokken bosuna gelistirdiği adonis kasiyla bereber altinda laboratuvar olan bir evde kopegi Abbey ile yasamaktadir. Abbey dehset bir Alman kurdu bu arada. New York'da heryer issiza düsmüs, sokaklarda Robert'in yerlestirdigi cansiz mankenler ona eslik etmektedir.

DVD'cideki cansiz mankenle konusma sahnesi gercege yakin bir delirma ifadesi ve cok uzak seyler degil suanki gündelik hayata zaten. Bunun icin virus bulasmasi gerekmiyor. "28 Days After" serisinden hoslananlar icin seyri guzel bir film. Evin icindeki zombi kovalamaca sahnesine bir anda kendinizi Unreal ya da Call of Duty oynuyor gibi hissedebilirsiniz.

Radyodan broadcast edilen "köprü üzerinde hergün ayni saatte beklemek" de, 2600 meeting pointleri hatirlatti bana. TR'de birtanesini yapmaya calistigimiz ama olmayan, Paris'tekine Amsterdam'dakine öykündüğümüz bulusmalar gibi. Bunda durum farkli. Canli kalmayan bir yerde bir canli beklemek. "Hergün Ortaköy'de sizi bekleyecegim"

Filmde dikkatimi ceken ancak filmden sonra yorumlari ve nette film hakkinda laflayan birkac siteye ve youtube'a göz atinca takildigim seyin haber bültenlerine kadar detay oldugunu görünce cok sasirdim. Bir sahnede, Robert Neville, Anna'ya "There is no God" diyor, türk cevirmen altinda "Haşa de ulan:)" diye bir parantez ici eklemis. Film izlerken kahkahayla güldüm ama haber bültenleri bunu ana haberlerinde bir haber olarak kullanmislar. Flashtv ve Habertürk. Haber basligi da super: "Korsancilar imana geldi"

+ Filmi online izlemek isteyenler için link
+ Youtube.com'da Trailer
+ IMDB.com'da Film Hakkında
+ Torrent link
+ Filmin sonundaki Bob Marley parcasi: Redemption Song

Sahneler ve planlar için izlenebilir.. Bos bir şehir, bos binalar, yikik kopruler, terkedilmis caddeler...


LIGHT UP THE DARKNESS!!
Bob Marley, Onun düşünce tarzı, bir tür virüs fikri gibiydi. Irçılığın ve nefretin, insanların hayatına müzik ve aşk aşılayarak tedavi olacağına, hem de gerçekten tedavi olacağına inanıyordu. Bir barış hareketi başlatacağı sırada silahlı biri evine gelip onu vurdu. İki gün sonra dışarı çıktı ve yoluna devam etti. Ona 'niye?' diye sorduklarında... "Bu dünyayı daha kötü yapmaya çalışanlar...Bir gün bile tatil yapmıyorlar. Ben nasıl tatil yapabilirim ki?" "Karanlığı aydınlat"

Wednesday, February 6, 2008

Und Adriyatik

İnsanin içleneceği tutarsa muhakkak birseler icat eder. En olmadi bir demli çay koyar balkonda içlenirim ben takribi 04 sularinda.. Az önce haberlerde gördüm. Senelerdir vapurla karsiya gecerken Haydarpasa Limani'nda gördügüm heybetli Ro-Ro gemisi UND Adriyatik, Hirvatistan aciklarinda yaniyormuş, içlendim. Hatta "vay be" dedim. Koleksiyonunu yapar gibi az fotografini cekmedim. Hatta bana kalirsa herkes Und'un bir kare fotosunu mutlaka cekmistir. Battacagin denizde iyi uykular Roro!

***

Karsiya vapurla gecisler aklima gelmisken bahsetmeden edemiyecegim. Yil 91-92, Akmar Pasaji'nda tek tük punk albumleri kovaliyoruz. Hatta yillarin uktesidir, bir Electro Hippies plagi vardi Hakan Utangac'in dukkaninda, neredeyse her haftasonu gidip plaga bakip geri geliyorum, alacak para yok. Aslinda baska bir sorun, evde pikap da yok. Neyse iste Kadikoy vapurunun bitmeyen ciles; TMO'nun silo kulelerinin uzerinde yazan "Ofis ciftcinin karagün dostudur" yazisinin bir 4-5 sene cozmeye calistik, sifre zannedip. Ya da neyin kisaltmasi bu diye dusunup. Kimse bir bok cikartamiyor. Birgün vapurda biri bagirdi "Abi yatay okuyun ya"... Hidayete ermis gibi Kadikoy'de inip, baska bir ulke saydigimiz topraklarda rutin seyahatimize devam etmistik... 5 sene süren salaklik.


Carlo Zampa


Ulusal kanallardan böyle bir beklenti olmasa da artik kulup kanallarinin kendi maclarinin yayin haklarini almalari ve Zampa abi kivaminda anlatimlarla taraftarina ulastirmasi gerekiyor. Delirt bizi Carlo Zampa ya da Kerim Pompa!

Tuesday, February 5, 2008

Kiralik Ev

etiler


Hala internet bankaciligina tasinmamis birtakim islemler icin banka kapilarindan girip banka kapilarindan cikiyorum. Hala bankaci kadinlarda kalca olayi gelismemis. Ozellikle bankolarda duranlarda. Bireysel bankacilarin maaşları dolgun, balik etleri de. Bu bankoda duranlara çalışan bir tekstil sektörü var galiba: banko couture. Hep ayni giyiniyorlar. Bir psikopat bankaci sevgilim vardi. Birlikte oldugu yakin arkadasimi calistigimiz ofiste ziyaret ederken kendisine göz koymus, uygun zaman araliginda hamlesine maruz kalmistim. Belli ki "bizim ekibi" siradan gecirmeye kararliymis... "Arkadasinin askiyla yatar misin" bir vakadir bizim topraklarda. Ortada ask kalmadiysa yatarsin. Peki sen senin askinla yatanla arkadas olmaya devam eder misin? Bunu alan onu almayabilir, secim meselesi... Biraz karisik. Ask dedigin cemberi nereye kadar gerdigin, actigin, kapadigin, icini neyle doldurdugunla da alakali. Bruce, Demi ve "lavuk" 3lüsü... Bayan T, ben ve lavuk beslisi. Bankalar benim icin Bayan T demek. Gecelim...

Bankadan ciktim telefon, arayan Sakki. Bebek-Etiler hattinda ev bakiyor, arkasindan yemege çökücez, napiyorsun.. İşlerden kendimi dışarı attim, serserilik yapiyorum. Gel bize katil. Geliyorum dedim. Hayatimin hicbir döneminde ev aramadim ve aramaya da hic gönüllü degilim. 32 yildir yasadigim yerden memnunum ama ev arayanlarin gerilmelerine ve sikintilarina cok defa tanik oldum. En azindan universite zamanlari sinif arkadaslarimla girdigimiz envai cesit kiralik ogrenci evi, gecmisimde bir bukle kiralik ev tarihi sagliyor bana. Cogunun evini ben cekip cevirmis, adam etmisimdir. Kurdugum sofralari anlatmiyorum bile, tahmin edilebilir :)

Pre-evlilik bireyi ev bakan Sakki'nin hali harap. Hem ev olsun, kiralik olsun, hem deniz görsün, hem genis olsun, hem Bebek'te, hem Etiler'de olsun.. Yani Bebek Yokusu civarlari iyidir. Bu arada ev kiralari ne "uygun", ne ucmus.. 1500 ortalamasinda heryer. 1100'e düsenlerde "ahir kapisi" var. Ev ahirdan hallice. Altyapisi cozulmemis, boru baglantilari eksik, yani "gir otur" durumu yok. Benim iktisadi oranima gore 1500 kira verilen bir cebe ayda girmesi gereken para 7500. Yani kira bedeli aylik gelirin max %20si olmalidir, o Sakki'nin feyzaldigi Trump'in da dedigi "Hayat standardi" lafi bir kenara, kimsenin attan inip essege binmek istemeyecegi asikardir su ölümlü dünyada... "Bari essek gibi yasamayalim, hayvan gibi toprak altina gideceksek..."




Ev sorunu cozulebilmis degildi, yemek icin çökülen Allsports Cafe'de. Yan masada Emir Turam, NBA'dan birileri ile birseylerin pazarliginda. TBF birseylerin pesinde diyor Sakki. Basket sosundan "asgari müşterek" lafini seciyor benim akil. Peder beyi hatirlatir bana. Cok kullanirdi. Bir evliligin de kilit tümcesi. Evliligi sürdürebilmenin, evililige karar verebilmenin ya da birlikte bir "ev"lenmenin. Sakki'nin Yaso'nun taleplerini, camasir makinesi borulari düzgün olan evin duvarlari ile birlestirmesi gerekiyor.... Ne zor is ulan!

Evlenmeden de evli gibiyiz ev gibiyiz degil gibiyiz... (ben seninle zaten hep evliyim)

* sevgili ne garip birsey ulan, sevgili ne ki..

Rüya #05



12 saatlik uyku, deliksiz. tam lazim zamanda. ama makaslanmasi şart sahneler. "olmasaydi". öyle ki bu sabahki koşudan alikoydu.

***

ayni anda ikisine, bir ötekisine, bir berisine...

Monday, February 4, 2008

Hata ve Koku

Karsindakine yüklemeye calistigin hata tümüyle senin hatan, sen yürüdükce kaybolmayan, pesinden gelen koku senin kokundur...

...dalgalarcasina

Meyal

Hayallerim, hayallerine armağan olsun...

Beraberlik


Hiç herkes ayni anda mutlu olur mu? Hiç herkes ayni anda üzülür mü? Hiç herkes ayni anda sevinir mi?

Friday, February 1, 2008

Herşeyin Sonu Güzel



...süreçten ziyade. Filmin sonu, yemeğin sonu, sohbetin sonu, işin sonu, projenin sonu, borcun sonu, yatağın sonu, ilişkinin sonu, uykunun sonu(rüya), koşmanın sonu, yolun sonu, hayatın sonu.

- geç oldu tabi