Observateur - 1
Masaya yaklaştığımda aşırı derecede yorgundum. Yüklü bir çantayla dolaşmanın ceremesi. Valiz hazırlamakta mahir olmadığım gibi, gündelik bir çantayı da alabildiğine doldurmak, ihtiyattan mı bilemiyorum ama galiba şu yanımda olsaydı dememek için ama illa bir şeyler eksik kalır. Soyunup döküldüm. Yandaki dükkanda usulca, belli bir ritmde tatlılarına kaşık sallayan bir anne ve onun orta yaşlı oğlunu gördüm. Oğulun koltuk değnekleri vardı. Anne dinç ama yıllar yorgunuydu, yüzünü görür görmez anlaşılacak denli ifade zenginiydi. Mutlulardı, garip şekilde aşırı derecede mutlulardı, tatlı mutlu ederin mutluluğu muydu bilemedim ama bu hikaye bana tanıdıktı. Karşılıklı vakfedilen bir hayat, çok şeyden vazgeçiş, bu hayatı böyle yaşamanın da bir yazgı olabileceğine olan kesif inanç.
Başka türlü biri tam iki sıra önümdeki masada çorbasını içen bir adam. Sadece çorbayı, o kaseye yeteninden fazla ekmek dilimleri bir açlık bastırana dönüştürme gayreti. Bir avukat, bir evrak işleri sorumlusu olabilirdi. Jilet gibi fit bir takım elbisesi, bir deri evrak çantası ve pardesüsü vardı. Sadece çorba içmesi ekonominin tezahürü mü bilemedim. Süratle içti, bir iki telefon konuşması yaptı, kalktı ve süratle gözden kayboldu.
Kalabalık bir gurbetçi aile dükkanın açık alanında belirdi. Ne yiyip içileceğine baktı. Dükkancı konuşamadı, dilde buluşamadılar. Davet etti, arkada bahçe var dedi. Aile kararsız kaldı, mönüyü inceledi. Aralarında yorum yaptılar. Sonunda girip arka bahçede oturmaya karar verdiler. Sokakta beraber yürümek için gereğinden fazla kalablık bir aileydi. Aile büyüklerinden birinin ayağındaki sahte pabuç gözüme takıldı. Yastık altında mı yatıyor avrolar, marklar... Biraz sonra en az iki pabuç parasını yemeklere bırakacaklardı.
Kedi severcesine, sevgi dolu, coşkuyla gelip, tırıs geçti. İşte en sevdiğim şeylerden biri.