skip to main |
skip to sidebar
Servisin kapısında birinin durduğunu ve içerdekilerle konuştuğunu gördüm. Kat kat kıyafetler, sıcak havaya rağmen kafada iki üç kart eşarp (belki de sıcaktan koruyasıca). Gitmesini bekledim, gitmedi. Kapıya yöneldim, içerisiyle konuşurken döndü; güzel bir yüz, çökmüş, ürkmüş, dibi görmüş bir surat ifadesi. Bir anda yanında belirince ürküttüm, "Çok pardon" dedi kapıdan çekildi. Ne ürkütmek ne de kapıdan çekilmesini istemiştim. Ses tonu başka, yüzündeki ifade başka, kılığı başka, ruhu başka...
Dükkana geçip oturdum. Sıra vardı, işler vardı, benim işe sıra gelmeyecek gibiydi ama oturduğum yerden kalkamadım. Tam karşı camdan baktığım yerde, dışarda kadının karşı balkonda oturanlarla sohbete başladığını, onlara hararetle birşeyler anlattığını gördüm. Anlattıkça anlattı, anlattıkça anlattı. Merak ettim, dönüp Ü. Abi'ye "Az önce burada dükkanda olan kadın şimdi şu karşıda, neler anlatıyor böyle" dedim.
- Aa deli o dedi.
- Ne gibi
- İnanmayacaksın ama sokağın başındaki bina bunun.
İnanmamayacak olmak pejmürde haline orantılanınca çıkan bir sonuç diye düşünülüyor muhtemelen. İnsanların dış görünüşlerine bakarak onlar hakkında fikir edinilen ya da büyük yanılgılara düşülebilen zamanlar.
- "Ne olmuş peki" dedim, "Bir hikayesi olmalı..."
Var dedi Ü. Abi:
- Çok sevdiği bir adam varmış. Bunun herşeyini yemiş, malına çökmüş. Hiçbir şey diyememiş. Adam bunu terkedince aklını kaçırmış bu da. Mal mülk var ama böyle buralarda deli divane dolaşıyor.
Mineli Çıkmazı'nda terkedildiği için delirmiş bir kadın.
İnsan insana niye bunu eder.
0 comments:
Post a Comment