Friday, January 30, 2009

Print Sütlü

Acilan aralara, kacinan kapilara.... Sütlü fan klöbberlari merak etmesinler, büyüyoruz, kocamanlasiyoruz, aziyoruz, eyvah Mart gelislerde, kapiyi calislarda. Arayi acma derken, gittikce yakinlarda asla uzak duramiyor. Yeni evi printerin kucagi. Yat sen de deliler gibiiiiii.

print-sutlu-if-hersey-dutlu
Click for koca-size

6 months later
Olay mahaline intikal eden Sütlü Ekipleri...

sutlu-bu-ne
Herseyden haberdar gibi.

Casa Cerro Tacna

Hepimizi alip betonlara tiktilar. Betonun soguk olduguna aldirmadan, saglamligini kafalarimiza kaziyarak. Oysa ev dedigin ahsap olur, sadece saglamligina elzem bakilmayan yerlerede yasamak icabet ediyor... Sallansak da olur, sallanmasak da olur. Kendi kendimize ayakta sallanmak ne guzeldir, insanogullarina sallanmakla isimiz olmadikca, dusmedikce, gerekmedikce...

Şili, Tacna Hill plajinda esintilerle...







Cerro Tacna, Maitencillo, V Región, Chile
http://www.plataformaarquitectura.cl/2008/07/21/casa-cerro-tacna-drn-arquitectos

Wednesday, January 28, 2009

Ne Butlusun Ne Etli: Out Of Network

Ne Butlusun Ne Etli Bir Deri Bir Kemik Suyu

Ne mutlu ki soyadlariniz size bir gelecek saglamiyor. Ya da daha dogmadan sizin adiniza bu irili ufakli networklerde bir yer ayrilmadi. Gecen gunlerde dogmamis cocuklarina adlarini koyup, onlarin Gmail hesaplarini coktan almis bir babanin megali-ideasina tanik oldum. Cocuk icin uzulmedim, o kadere boyun egmeli, onu "future-plan"lari olan bir baba bekliyor, ve onun networku. Neyse ki aslinda bu kucuk bir olcek. Ne mutlu ki şan, sohretin girla, paranin da sorun olmadigi bir diyara dogmuyor, varlikliligin yoksullugun sorunlarindan o daha beter, o daha berbat duygularina asina olmuyorsunuz. Yoksulun bir derdi muhteva degil varolmakla ilgili, yok'un derdi olmaz, yok yoktur, dert varliklidadir, hele varolanla beceremiyor kotaramiyorsa butunuyle boka batmistir. Etrafta genel numayisi zorlayan, bozan da ekseri var olma halindendir. Daha fazlasi, daha iyisi, daha beteri, daha guzeli, daha daha daha daha; citius altius fortius biraderler görse kemikleri sizlar oysa.. Ne mutlu ki bu doyumsuz networklerin bir uyesi degilsiniz. Olacak gibi de gorunmuyorsunuz. Olmaya yeltenenleriniz oluyor, kapisindan cevriliyorlar, ama onlardan ornek de almiyorsunuz. Ah gittikce ahmaklasiyorsunuz. Oldugunuz yeri, geldiginiz diyari, sizi insa eden gecmisinizi, kimyanizi, hamurunuzu unutmakla hata ediyorsunuz. Ne mutlu ki siz icine cumburlop girilen "ready-to-use" networklerin size "setup" ettigi arkadaslarla takilmak zorunda degilsiniz. Size isaret edilen kadinlarla da evlenip, onlari spermlere bogmuyorsunuz. Size bir misyon bicilmemis, sizin yatak basucunuzda siz uyurken konmus bir "roadmap"iniz yok. Ne mutlu ki siz basit, sade, vasifsiz, soyadsiz, bicimsiz, zorlanan ama hayiflanmayan kara bir Türk'sünüz. Tirmanabileceginiz bir tepeniz, oturabileceginiz daha rahat koltuklariniz asla olmayacak ama olsun mutlulugun keyfini cikarin. Ote tarafla konustum ben, "haberler kötü"...


Önündeki Maçlara Bakan Sandık


Hayatta arkanizda biraktiklarinizi bir sandiga koyarsiniz. Iyi hatirlananlari da, kötü olanlari da. Iyi olanlari zaman zaman o sandiktan cikartir bakarsiniz, tekrar tekrar hatirlamak istersiniz, dillendirirsiniz, konusursunuz, anlatirsiniz, kimi zaman baskalariyla paylasirsiniz. Kötü olanlarsa hep o sandikta kalir. O sandik da evin icinde bir yerlerde. Bunlari o sandiktan cikaracak kadar iradesizlesirseniz, o sandigi evde tutmayin, evden atin, bir denize, bir daha elinize gecmeyecek bir yere...

Tuesday, January 27, 2009

Lime Lime Beyinler



Oncelikle itiraf etmeliyim ki ben bu yarismayi bir 20 bolum anlamadim. Bu kutular neyin nesi, neyi acinca ne oluyor, kimin acmasi lazim, hissediyorum ne demek.. Kutunun icini hissediyorum, mavi hissediyorum, kutuma gitmek istiyorum. Ne abi bunlar?... Bir sureden sonra da bizim cocuklara anlamiyorum demeye devam ettim, onlarin ben anlamadim dedikce gülmeleri ve beni duble salak yerine koymalari yarisma kadar eglenceliydi. Keh keh keh. Yani iste devran degisimi, donusumun kralidir bugun Adriana Lima'nin Acun'un ayagina geliyor olusu. Parasini bastirinca olmayan ne var bu hayatta hey hat? Yani onca durus, onca karakter naralari, onca dik kuyruklar, once idealist cikislar, kavgalar... Kim hangi sekilde durabilmis bu kagit parcasinin karsisinda. Kadincagizin bir sucu yok, tanri onu estetik olarak hemcinslerinden bir adim onde yaratmis. O da bunun nimetlerinden yararlaniyor. Vasiflidir ya da vasifsiz bunun onemi de yok, vasifsizligi ile de insanlarin cogunun omurleri boyunca calisarak elde edemeyecegi paralari 20 tane kutu acip kapatarak kazanabiliyorsa bu onun degil boyle abzurt bir sistemi yaratan, buna belverenlerin sucu. Lakin aslinda konumuz Adriana abla degil. Programin baslarinda bir yerde bir roportaj bulutu yakaladim. Ya da bu tip seyler hep beni yakalar, ben onlara yakalandim. Sokaga cikmislar, Adriana Lima'yi bizim genclige sormuslar. Yaslandikca hakikaten genclik gozume genc gelmeye basliyor. Bu roportajlar yani bu sokak roportlemeleri hep boyle ebegumeci tiplere, iki cift laf edemeyenlere mi gelir yoksa montaj masasinda mi en salaklari en zontalari secilir bilemiyoum ama uc asagi bes yukari sehrinizin sokaklarinda boyle kaktuslerle boyle zambaklarla yasiyorsunuz iste. Bir gun sokakta mikrofon uzatan bir kamera olursa neley soylerim dusuncesi ile yasamaniza gerek yok -ki ben yasiyorum- ama ne bileyim boyle birsey oldugunda edecek bir kac cift laf, insanliga bir kac guzel sozunuz olabilir. Hos cocuklar da hakli, röportör "Adriana Lima" diyor. Erkekler evlen benimle Adriana diyor. Kizlar sebelek gibi gülüp ulkelerine geldigine ne kadar sevindiklerini soyluyorlar. Yani yillardir, gazetelerin 2. sayfalarinda "Kevin Costner yatiyla Bodrum Gocek'te demirledi, Prenses Stephanie (ilik gibi kadindi) gizlice tatile geldi" haberleri okuyan bir milletin "janjanli" insalarin ulkelerine gelmesinden gurur duymasi, bundan kendilerine pay cikarmasi, eger sallamiyorlarsa "mutlu olmalari" cok da garip sayilmaz. Hor görmeyin garibi birakin sevinsin diyenleriniz olacaktir. Yani benim derdim, benim derdim ki ey benim guzellik citasini Adriana'ya koyan kadinim, genc kizim, mikrofona "onun gibi zayiflamak istiyorum" diyen zaten cita gibi ince bel hanfendim, "We love you and basarilarinin contentinenissisnu" diye ingilizce lugat parcalama derdindeki hasbam.. ah sizler dusmeseniz boyle dertlere, gitseniz kendi kutunuza.. Birakin Adriana son 2 kutuda alsin eline 2lirayi yolcu olsun baska diyarlara... Sizin o esasli kutuyu acmaniz, kendi adiniza mutlu olmaniz lazim.. Gelmeyin boyle oyunlara...

Vespa #22

Kibritle yaklaşmayın...



Ahşap Vespa!

Monday, January 26, 2009

Karpuz

Para, pul, kadin, sohret hepsi bos seylerdir.
Aslolan efendilik, kavun ve karpuzdur.


sponcore by Hermes

Sunday, January 25, 2009

Amen!

UmitKaran


Tanri Galatasaray'i, "Göt Galatasarayli"nin şerrinden korusun.
Amen!

***

Sonradan gelen edit:
Galiba o kadar derinlikli dusunulecegini beklemek bazen yanilgi yaratabiliyor. Pazar sabahi telefon susmadi. Umit Karan'a göt demek yakisti mi diye :) Gel gör ki götten kastedilen kendi oyuncusuna baskalarina firsat birakmadan sallayan bir kisim Galatasaray taraftaridir. Evet onlar hakiki göttür.

Friday, January 23, 2009

Sev, Söv, Arpacık: Hey Ofisboy!

043

Ya seveceksin ya söveceksin bu hayatta. Ortada kalani kurtlar kapar, kuzular meler.
Gayrettepe'de iki otubus arasinda kalip avaz avaz bagirmistim: Kurtarin beni...

Yil kac hatirlamam lazim, 89 yazi olabilir. Bir tercumanlik burosunda calisiyorum Zincirlikuyu'da, ilk isim sanirim. Yazi degerlendirme vaziyetleri. Cok koymus bana. Her yaz agaclara dalmali, eve gec gelmeli, tum gun futbol turnuvalari cevirmeli batak bir serseri hayat var. Yani kendimizi sokak cocugu zannediyoruz. Kizlara müstesna kurlar, cekirdek yerken herkesin sustugu garip aksamlar. Paket paket cekirdek bitmeden koloniye hareket gelmiyor. Gece saklambaclari, japon elmasi, daha o günlerde marka savaslari. Yazlar tukenmis iste, o yaz is tutuyorum Zincir'de. Kuzenin cok yakin dostu eski reklamci, metin yazari Nese abla'nin yaninda ofisin telefonlarina bakiyorum. Cevirileri goturup teslim ediyorum ya da gidip ceviriye gelecek evraklari teslim aliyorum. Geze dolasa degil, kostura kostura geri geliyorum her gittigim yerden. Mavi kartim var, otobusten otobuse sekerek yasiyorum. Hayatim ekseri Zkuyu, Taksim, Maslak arasinda geciyor. Arada Topkapi gibi ucubik yerlere gidiyorum. Hic suricinden gecip, arkalarda fabriklarin oldugu karanlik yerlere gitmemistim o zamanlar. Bir ilac fabrikasina giderken ve donerken korktugumu animsiyorum. Haftasonlari ofiste dil kurslari oluyordu. Ufak cocuklara ingilizce dersi veren bir ingiliz kadin var. Bu kadin bana cokca, mahallede arka apartmanda oturan donemin Cakma Tanju'su Emrah'in bahceye attigi playboylardaki kadinlari animsatiyordu. Olsun saygida kusur etmiyordum. Ders aralarinda bir ufak servis arabasina meyve sulari ve biskuvileri hazirlayip cocuklara servis ediyordum. Ders bittikten sonra ofis bana kaliyordu hafta sonlari, cumartesi koca bir ogleden sonra kocaman bir ofis. Mutlaka ofiste belli yerlere birakilmis paralar oluyordu, bozuk ya da degil. Bununla sinandigimi dusunuyordum, sonraki yillar is hayatinda benzer taktigi uygulayanlari gordugumden biliyorum. Calisan guveni test etme. Komik birseydi ama en bilinen taktiklerden biriydi. Degil elimi surmek, konulan yerdeki istifini bozmamak icin yanindan bile gecmiyordum, gormuyordum bu paralarin. Mutfakta herseyin kontrolu bana aitti, bulasik, cocuklara servis edilecek seylerin alisverisi, buzdolabinin duzeni ve Nese hanimin türk kahveleri. Turk kahvesi yapmayi ve nasil servis edilmesi gerektigini orada ogrendim. Cop kutusunu bosaltinca bosalan kutuya gazete kagidi kaplayip yerine konulmasini goren Nese ablanin evdekilere yolladigi mesaj is hayatimda kazandigim ilk tebrikti. Benim icin olagan, insanlik icin buyuk bir hareketmis cop kutusunu kaplamak. Oysa cop torbasi ve gazete ile her zaman icini kaplamayi ogrenmistim evde. Cop kutusuna direkt cop atilmaz icine ciplakken. Sonra elektrik supurgesi. 2 sinifi ve tum ofisi bastan asagi elektrikleme, haftada bir kere. Yorucu ama elektrik supurgesi kullanmayi ogreten tiptendi. Oglenleri solugu Kore Sehitleri'ndeki lezzetli tostlar ve patates kizartmasi yapan bufede aliyordum. Bazen de ofise siparis ediyordum. Kendimi ofis icin onemli zannediyordum. Yaz bitti mahalleye kesin donus yaptim, okullar acilacakti. Bizim cocuklara baska türlü bakmaya basladim, ben calisirken onlar yine elmaya daliyorlar, top tepiyorlardi. Dunyam degismisti.

Birkac yaz sonra cop kutusunun daha derinlerine girilecekti, elbette haberim yoktu...

ParkourFootball


Parkour, futbola dadanirsa...

Wednesday, January 21, 2009

FlatOfis

Memlekette mimari halen Araplarin ihtisam ve gosteris budalalilgi ile Manhattan öykünmesi arasinda gidip geldigi icin Maslak'in Mashattan'lastirilmasina devam ediliyor. Ilerleyen yillarda bizim de nurtopu gibi bir 11 Eylül'ümüz olacaktir suphesiz. Yatay genisleme pek tercih edilen birsey degil, 50-60'larda Istanbul'da birbirinden cok uzak alanlarda yapilmis bugun birer metrukane/virane olmus fabrika yarisi kuzulari ve son donem avm'leri saymazsak pek yatay mimari ornegi yok. FlatOfis, Sinpas tarafindan hayata gecirilen ve satisi baslayan yeni bir yapi. Eyup'te. Halic bolgesi, Feshane civari dersem, gecen gunku Gentrification yazisina belki akliniz gidebilir. Ortak toplanti alanlari, genis arsiv depolari ve 20, 30,50 aylik ömür boyu kiralama secenekleri ile filinta gibi göz kirpiyor.
http://www.flatofis.com.tr

FlatOfis, avm olarak insaatina baslanip daha sonra ofis formatina donusturulmus bir proje aslinda...





Tuesday, January 20, 2009

Hillsider (Package-Design)

hillsiderr-pack
Derginin boyunu ufaltmislar, ele avuca gelmis, A5 olmus heyecani, icinden "hic ilgilenmedigim mekanlarda indirim" kitapcigi cikmasi sonucu hüsranla sonuclandi. Ama pakedin icinden cikan kartonetleri, tasarimindaki tipografiyi, kitapcigin tümünü begendim mi, begendim. O beni daha cok ilgilendiriyor.

Yine

...
Yine görüşsek bir gün
Ne kadar isterim hep beraber
Yine gülsek, eğlensek
Ama hepsinden önce
yolun açık olsun...

Monday, January 19, 2009

Vespadidas


Hem Vespa, hem Adidas.
60. yil hatrina, Vespa Adidas'in koynuna girmis.
Ben tutmadim pabucu, Giovanni tutar, hatta alir.

Hampus Jageland


http://www.hampusjageland.com/

Tam Orama Obama

Götüne çaput bulamayan bir ulkenin kanali
neden Obama'nin baskanlik törenini canli yayinlar?



Saturday, January 17, 2009

Borek-fest

Her gün, hergün, her ayri gün...


borek-fest

Yer misin?

Friday, January 16, 2009

Rocktown

Taşev derken bunu kastetmiyoruz tabiki...







Gentrification

marie-claire-maison-ocak-sayisi-Cikare

Marie Claire Maison Ocak sayisini kurcaliyorum, mekan etiketli, "İstanbul'a Bırak Kendini" baslikli yazida birtakim yeni mekanlar tanitiliyor, yazari Şafak Ünal tarafindan. Küçükarmutlu'daki Cikare için geçen bölümde şöyle denmis: "Etiler'in bu semtini sadece gecekodu mahallesi olarak bilenler yanılıyor."

Yaziyi kaleme alan K.Armutlu'nun gecmisini ne kadar biliyor bilinmez ama bu gentrification girisimleri, "yeni sey" kurgulari beni cok güldürüyor. Kucukarmutlu gecekondu semtidir, 5 katli binalar ciksan da, asfalt yol dösesen de orman arazisinde bitmis carpik yapilasma ve rantiye devletciligin, secim zamani otlakciligin nadide orneklerinden biridir ve ilelebet oyle kalacaktir. Kucukarmutlu'daki tarlalardan salatalik, domates toplamis biri olarak söylüyorum bunu. Disardan gelip acilan "tükkanlarla" buranin genetik kodunu degistirmeye calisiyorlar ama bu arayis, bu Nisantasi, Taksim, Sisli disinda bir yerleri mesken tutmaliyiz tavri, sehire gittikce bulasan gentrification virusunun sardigi hastaliktan baska birsey degil. Suphesiz bunye bu virusu atarsa ya da atmazsa, bir baska alan, bir baska kör semt, bir baska daha önceleri yüzüne bakilmayan yer boyle deformasyona, böyle poplastirmaya, tüketilmeye ve cignenip atilmaya maruz kalacaktir. Icine Cikare, Dükkan, My Cakes acmakla Kucukarmutlu, uzerinde helikopterler dolasan, zirhli otobuslerin bastigi, eylemlerin yapildigi hafizasini kaybetmiyor.

Gentrification nedir diyenler icin Elif Kutay'in Birgün'de kaleme aldigi "Balat sessizce soylulasirken" baslikli yazisindaki bir paragrafa bakalim: "Soylulaştırma (gentrification) kavramını ilk olarak GLASS (1964), orta ve yüksek tabakadan ailelerin sıkıntılı bir yaşam süren çalışan sınıfın yaşadığı yerlere taşınması olarak tanımlamış ve o bölgenin toplumsal karakterinin değiştiğini ifade etmiştir. Bugün İstanbul’da yaşanan dönüşüm süreçleri tam da bu açıklamaya karşılık gelmektedir."



Beyoglu'nda Tarlabasi semti, Bedrettin Dalan döneminde bulvar ve cevresindeki yapilasmanin istimlaki ile baslayip bugune kadar gelen sistematik bir soylulastirmaya tabi tutuluyor. O semtin dokusunu, sözde "temizlemek" sureti ile degistirmeye calisiyorlar. Sunu görmek lazim, Tarlabasi'ndan baslayip, Kasimpasa, asagida Balat-Sütlüce'ye kadar olan yerlesim bölgelerinin tamami en fazla 20 yil icinde daha varliklilarin eline gececek. Simdiden kira fiyatlari muthis bir sekilde artan bu bolge Istanbul'un yeni eglence, tikinma ve tüketme mekani olacak. Universitelerin kampuslerini gittikce Halic havzasina tasimasinin altinda ne yatiyor sizce? Gelecek o bölgede cunku. Azinliklarin yasadigi bu eski yerlesim bolgelerini ufak alimlarla dikkat cekmeden el degistirmeye zorluyorlar. Yani onlara göre "soylulastiriyorlar." Yuzlerine bakilmayan baraka evler, eski ahirlar, depolar, ardiyeler hepsi satin aliniyor. Bugun onunden gecerken burnunuzu kapadiginiz yerlerde 20 yil sonra cocuklariniz gece eglenmeye gidecek. Belki 20 yildan da once. Tipki yillar once Talimhane'de olanlar gibi. Talimhane bugun ne kadar soylu olabilmis, ortadadir. Kaldi ki soylulasmak mi zorundadir o da ayri bir konu.

Karaköy'de Galataport'un, Haydarpasa'daki ayaginin uzantisi olasi degisimler. Karakoy'den Galata'ya kadar olan tum yerlesim birimleri "para babalari" tarafindan satin aliniyor. Fransiz Sokagi denilen garabetin ne kadar kisa sürede yaratildigini ve Cezayir Sokagi'nin bir gecede inen tabelasi henuz tazeligini koruyor.

Halas sokak
Son durak...

1985 Tarlabasi istimlakinda sahip oldugu herseyi kaybetmis bir ailenin cocuguyum. Soylulastirmanin nelere malolabilecegini biliyor, sonuclarini o günlerden beri yasiyor ve uzerimde tasiyorum. 10 yasinda, yikilmis bir binadan esyalarinizi toplamaya gitmenin yükünü ne kadar yaziya dokmeye calissam da anlayamaz bu guzide virutik kitle. Varsa yoksa "gentrification".

Bazi linkler:
» 50 soruda Tarlabaşı Yenileme Projesi
» Balat sessizce soylulaşırken
» Neler kaybettik neler


David Rocco



- Lugano
- İtalya'da pazar turu, sebzeler
- Fagiolini in Umido
- In salata de Carciofi
- Lingue di Gatto
- Toskana ekmeği
- Floransa'daki 600 yillik kasap
- Floransa'da bir sokak-aperatifci: Bianco
- Gnudi all'acqua al 2

Sunday, January 11, 2009

İstanbul'dan Napalm Death Geçti!

Artik ölebilirim.


(Foto Bloodstock Open Air festivalinden, temsili foto)

Bundan 2-3 yil önce Emekcan'la kendi aramizda gaza gelip, "ND'i İstanbul'a getirsek mi, kac kisi gelir ki, getirip de batmayalim, batip da cikmayalim, ölmeyelim" dedik. Bir lakirdi ile baslayan o güzide rüya dün aksam gercek oldu, gercek kilanlara tesekkurler tabi ki. Bu kadar muhimsedigim konser icin gidip bilet almaya tenezzul etmedim, 350 sinirli biletin satilacagini ve tukenecegini dusunmuyordum cunku. Cuma gunu Emek'le konustuk, "Ben gidip biletleri alayim" dedi, gidip Zihni'yi de gaza getirip biletleri aldi ama Zihni son dakkada satmis, gelmedi konsere. 21:30 gibi Taksim'de bulustuk. Bu Taksim bana fenalik seklinde geliyor ve gidiyor. Daraliyorum. "N'apal(i)m"in acmisin tokmusunlu soruya Emek, "grill'e gidelim iki bira icelim" dedi. Yoksa Selvi (ah o eski günler) mi derken Grillci'ye oturduk. Ne kadar tuhaf bombos yerler, in cin top oynuyor. Oturdugumuz yerden kapiyi da kesiyoruz, kalabaliga girmemek ve o eski metalcileri gormemek konusunda titizlik gösterdigimiz asikar. Icerde nasil olsa konser boyunca maruz kalacagiz türlüsüne, berisine, ötekisine... Elbette bu bir ötekilestirme, icinde bir dönem yasadigin bir koloniyi ötekilestirme; herifler hala hayvan, bu kültürün safi hayvan üretebilmesine sasmamak lazim. Oysa Barney'nin hayvanca vokalinin altinda hayvan gibi davranmak ve hayvanlasmak yatmiyor. Kim neyden ne anliyorsa. Cogu ilmi, bilmi ve feylesof lafina Barney'nin "heooo, hoaaa" diye kükrenmesi gibi. Mekan diyoruz Grillci, sinek avliyor. Yillarca insan gecmeyen kasabadaki lokantaya gelmis musteri misali garson bizi el üstünde tutuyor. Birakacagimiz hesabin o dukkanin gunu kurtarmasina bile yetismeyecegi asikarken, bu ihtimam bu özen bizi bizden aliyor, baska yerlere götürüyor.. "Mirim buraya bir daha gelelim" diyerek atiyoruz kendimizi Kemanci'nin kapisina.

ND-IstanbulGig-Ticket

Kapida Emek'e kimlik soran badimin gardi, beni kahkahalara boguyor... Yahu hic degismiyor bu irk. Hep melul, hep melun. Galiba en son 94 ya da 95lerde girmisimdir adi Kemanci olan bara. Dolayisi ile girdigim mekanin yasam sartlarina uyum saglamakta zorluk cekiyorum. Ayaklarim geri geri gidiyor sanki. Sahnede UÇK var. Alakamiz yok. Sahnenin etrafi bariyerlerle cevrilmis. "Babalari" bekliyor. Mekan kalabalik, yükünü alimis. Once kalabaligin arasindan güc bela en arkaya dogru süzülüyor, konsere gelen kitleyi çözmeye calisiyoruz. 15 sene onceden kimilerine asina oldugumuz suratlar. Konserin izleyici yas ortalamasi 30+. Kim tanir bu Birmingham'li cocuklari ve ne kadar tahammul eder musikilerine zaten. Hala uzun sacli, hala kesik kollu kot montlarinin sirtlarina patch diken ya da bunlari sandiktan cikarip ozel gunlerde giyen garip bir heyula kitle var. Bir ara mezar ziyaretinde gibi hissettim. Herkes karanlik, herkes simsiyah. Icim daraldi, "Emek şöyle bara yanasalim dilim damagim kurudu" dedim, sicim sicim terlemeye baslamistik bile. Barin orada, uzaktan Kerim'i ve sahne önünde dalip giden Hakan'i (Death Room), sonra da konserin ortalarinda omzuma dokunarak selamlastigim Caglan'i gordum. Onun disinda kimseyi tanimiyorum. Danny Herrera gelip baterisini ayarladi, 10 dakika sonra Barney (Greenway), Shane (Embury) ve Mitch (Harris) geldi sahneye. Bir icim titredi, bir guzel oldum. Barney karsimda, tum hasmetiyle. Soyle dedim deli oglan, soyle de guzelleselim. Eğdi bacaklari asagi dogru, yan döndü sahneye, aldi sazi eline, sonuna kadar birakmadi. Ben ayri dinden, siz ayri dinden, ama gelin görün ki tum bunlarin icine sicayim, hepsi manasiz, insanlar öldürülüyor, lanet olsun hepsine dedi. Vur dedim deli oglan, vur miktofona, bas gaza, ölelim bu aksam. Sag kolumu kaybedecegim sandim kamerayi tutmaktan. Suffer the Children'da artik kendimi kaybettim, firlattim kamerayi... Unfit Earth'u caldiklarini sarkinin sonunda anladim. Ses sistemi berbatti ama cok da onemi yoktu. Aldigim video kaydinda tum ses patlamis, onun da önemi yok. 20 yildan fazladir muzik sahnesindeki bir grup, ufak bir mekanda, onlarin muziklerine kiymet verecek bir avuc seyircisine samimi, bol mesajli, kafa yoran ama zihin ferahlatan bir 80/90 dakika sundular. Bu rituelin cekilebilir fotografi, neden tonla grubun katildigi; muzisyeni, izleyenden ustte gosteren ve popstarliga hitap eden o yuksek sahneli şaşali (festivallerin) mezbelenin tercih edilmeyen oldugunu anlamada yardimci olabilir, merak edenlerine...

CAMPAIGN FOR MUSICAL DESTRUCTION
Napalm Death asla bir metal grubu degildi.
Yaptiklari dupeduz Grindcore'du.




ND-Istanbul-Gig-Video

Saturday, January 10, 2009

Hacı Oluyorum

Hac hizmeti ayagimiza geliyor. Bugün haci oluyorum.
Benim icin muzikal evrenin tepe noktasinda isimlerden, hayatimda albumlerini en cok dinledigim, CD ve LP'lerine ayri bir fetis duygu besledigim, kuruldugundaki kadrosunun tamamiini yitirmesina ragmen 20 seneden fazladir ayakta kalabilmis bu nadide musikiciler bugun aksam 22'de Istanbul Kemanci'da sahne alacaklar..
Ve biz Emekcan Tulus, Zihni (Kadikoy) orada olacagiz..
Bu 33 yasinda, 20 yasinda bir kizla bulusmaya gitmek gibi..



NAPALM DEATH @ ISTANBUL
Suffer? Why

Friday, January 9, 2009

EE: Good Boy!

EE1
1 yil sonra bugün...

Thursday, January 8, 2009

Vespa #21


Sektirmeden idman yapiyorum. 80 dakikaya cikardim artik tempoyu, programi da caprazlamaya aldim. Yani sabah gidiyorsam ertesi gun aksam gidiyorum. Araya bir gun ara verip sonra bir gunde iki idman yapiyorum. Sabah sadece cardio, aksam sadece gym(+cross) gibi. Füge'ye soyledigim ve kendime soz verdigim gibi artik yemek dunyasi, mutfak alemi ile alakami kestim. Burada olmayan fotolar ve yazilardan da bellidir. Birseyler pisirmek, fotograflarini cekmekten uzak bir kafadayim bu aralar. Yemenin guzelligi kadar, yememenin sefilligine de tapinmaya basladim. Bu aksam carnitine etkisinden mi bilmiyorum, express-gym'de agirliklar hafif gelmeye basladi.

Kulupten ciktim, eve giderken donup kuzu'yu kontrol etmek geldi icimden. Kurcaliyorlar. Gecen gun biri kurcalamis, bu yagmur ve karlardan once. On yuzunun sol ust kosesinde bir sekilde border platin kaplama kanirtilmis. Ben de tornavida ile icerden cikan silikon parcayi iceri sokmak isterken daha da mahfettim. Yan sitede oturan ve motora "satmayi dusunersiniz ben almak isterim" diye not birakan kizdan supheleniyorum. Guvenligin de oldugu bir yerde kim motoru kurcalar pek anlamiyorum. Bir ara biri ya istemeden devirmis ya da tekme atarak yikmis motoru. Sol yanaginda izler vardi, cantanin da kenari surtmus ve boyasi kalkmisti. Aklima geldi, gidip bakim dedim, yerleri de kuru gorunce bir sahile iner turlarim diye dusundum. Eve gidip giyinip ciktim. Yolda Aceto aradi, biraz lafladik, anlattiklari canimi sikti. Parka gittigimde, her zamanki gibi seleye kediler cokmus. Ayak izleri ve camurlu baskinlar... Olsun bir sekilde brandanin altina saklanip, yagmur ya da soguktan kismen korunuyorlar diye hosuma gidiyor. Onlara bir yararim dokunuyor diye dusunuyorum. Sütlü ve arkadaslari...

Hava cok soguktu dun aksam. Parmaksiz eldiven takmaya olanak yok. Yine de dondum. Hisarüstü'nde bir corba icip geri döndüm. Corba ve salata iyi gider demisti Füge. Eve donerken neden hala bir uzun cam taktirmadigimi dusundum kuzu'ya.. Yerler kuru oldugunda biniyorsam, bile bile donmak ve ruzgari yemek niye?

Sahi insan bile bile, sonunu göre göre neden birseyin ustune gider?

Tuesday, January 6, 2009

Pre-Napalm Sendromu

Bu aslinda rüya #09



Konsere sayili gunler kala boyle bir ruya gorebilecegimi dusunuyordum. Birkac hafta once bir West Ham macinda golle birlikte onlere dogru yigiliyoruz. Barney altimizda kaliyor. Aklima Olimpiyat'ta Petre'nin golunden sonra olanlar geliyor, cekip cikariyorum Barney'i hemen.. Dün aksam cok acaip birsey oldu. Konserin Kemanci'da oldugu belli ama bir maca gidiyoruz Ali Sami Yen'e, yeni acik giselerinin oradaki bir guvenlik kontrolunde Barney ve Shane (Embury) var. Barney, sari uzun saclari gorece daha eblek oldugu zamanlar. Kisa sort falan. Konserin yeni acikin altinda olacagi soyleniyor, mac saati ile ayni ama. Bu da mac saati ile ayni ana denk gelen konser, aktivite kabusuna gonderme galiba diyorum, ruya devam ederken. Alt kata inecegiz diye bilet aliyoruz, bakiyorum konsere gelmicem galiba abi diyen Alexis'i goruyorum gisede. Gisedeki kiza cebimden cikarip keyboard veriyorum, benden keyboard istiyor cunku. Yanimda kim varsa cebimden keyboard cikmasina cok sasiriyor, oysa bayagidir benle birlikte yasiyor ve cebimdeki keyboardu farkedememis. Neyse diyorum cok da garip birsey degil farkinda olmamak. Iceri girecegiz, aklim macta bir yandan. Ama asagi indigimiz yol yeni acikin oyle altlarina giden bir yer degil, dupeduz bizim evin alt katina iniyoruz. Apartmanin alt kati in in bitmiyor. Ne zaman bu kadar kat ilerledi diyorum asagiya dogru, yeni gelen kapicinin isi olmali mi diye supheleniyorum. En sonunda bir hangara geliyoruz, buradan bir acikliga aciliyor. Bu aciklik, 4 apartman arasinda kalmis bos bir arsa, cocuklugumuzdaki gibi. Boyle kistirip kalmis arsalarda oyun oynamaya calistigimizi, ozellikle Nisantasi'nda dutlugun oradaki araziyi hatirliyorum. Dutlara dalar, yakar top oynar, dutcunun bizi kovalamasini beklerdik. Kor topal inilen bir merdiveni vardi, cok korkardim. Seneler sonra Petre'nin golu sonrasi yikildigim koltukta baslayan o cetrefilli yolun, bu arsaya bakan bloklardan birindeki bir doktorun muayenehanesinde sonlanacagini pek kurgulamamistim acikcasi. Ruyalar da boyle oluyor. Napalm diye indigimiz arsadan sahte bir grup cikiyor. Turkce konusuyorlar ellerinde alet olan insanlar, zaten ortalikta Barney de yok. Bir kiz etrafa satasiyor, az kisi var. Uyaniyorum, musteri ariyor, maç kaç kaç diyorum.. "Pardon" diyor.

Monday, January 5, 2009

Cialis


Viagra, Cialis mailleri pesimi tam birakmisken
bu video İzel'den geldi.

Sunday, January 4, 2009

Kedi (Charles Baudelaire)

Lastcm, Sütlü'nün kendisine Baudelaire'in kedisini hatirlattigini söyleyince..



Gel, güzel kedim, aşkım kalbimin üzerine;
Pençelerini çek geri,
Bırak dalayım senin o güzel gözlerine,
Maden ve akik benzeri.

Ne vakit parmaklarım hafif hafif okşasa
Başınla kıvrak enseni,
Ve elim okşamanın zevkiyle sarhoş olsa
Ürperen bedenini,

Karım gelir aklıma. Seninkine benzeyen,
Soğuk ve derin bakışı,
Sevimli hayvan, bir iğne gibidir, delip geçen.

Böylece, baştan aşağı,
Tatlı bir hava sarar, tehlikeli bir koku,
Onun esmer vücudunu.

Çeviren: Ahmet Necdet

Saturday, January 3, 2009

Vinyl Junkies

Tesvikiye'de cami duvarinda Zihni'nin tezgahinda cdleri kesfedene kadar kendimizi vinyl-junkies zannediyorduk. O yillar acisiz ve cabuk gecti. Plaklarin cogu dagildi, elimde cok azi kaldi. Bir ara bir plak icin birbirimizi kesecek hale gelmistik. Kavgalar, trade anlasmazliklari... Kendinden kiymeti menkul bazi albumler. Haci malzemesi muammelesi goren ND, Carcass LP'leri... Emekcan Tülus bugun hala e-bay'de plak satarak gecimini sürdürüyor. Plak ve pikaplar, biraz Narmanli Han'da Deniz, biraz Tarlabasi 2. katta Bagcan plaklari, biraz toz, kir ve cizirti demekti.


The Archive from Sean Dunne on Vimeo.

Müşterek Bahis


only the good die young


- Benim de hayallerim vardi,
param olmadigi gün hepsini çöpe attim...

David Rocco's Dolce Vita

- İtalya'nin alternatif sosisli sandvic tezgahlari,
- Floransa,
- Trippa alla Fiorentina (iskembe)
- Eski vespalari yenileyen bir modifiyeci Alessandro,
- Da Rocco Trattoria ve Signor Rocco
- La Ribollita (tekrardan kaynatmak)
- Castagnet Proscuitto




Friday, January 2, 2009

Erk

Goiris - Ministry of Transport


iktidarlasan her güc, zamanla gercegi kendisinden uzaklastirmaya ve gercegin de kendine yabancilasmasina elzem gozuyle bakar

2015 - K Palace