Triangle
Gelecekte olacakları görme şansınız olsaydı, bunları değiştirmeyi mi yoksa gördüklerinizi bir de dışardan bir başkası gibi bakıp yaşamayı mı seçerdiniz?
Peki kader değiştirilebilir mi?
Iste tam bir Infinite Loop...
Gelecekte olacakları görme şansınız olsaydı, bunları değiştirmeyi mi yoksa gördüklerinizi bir de dışardan bir başkası gibi bakıp yaşamayı mı seçerdiniz?
Peki kader değiştirilebilir mi?
Iste tam bir Infinite Loop...
Reçeteyi yazıyorum, adımları uygulamak gönüllere kalır.
Sık tekrarla sorun soruları.
Sık tekrarın frekansı sizi bağlar:
- Ben kimim?
- Ben neredeyim?
- Ben şimdi ne yapıyorum?
- Benim amacım ne?
- Nereye gidiyorum?
- Neredeyim?
- Ne kadar yolum kaldı?
- Şimdi, şuan elimde ne var?
- Herşeyi gözden geçirdigine emin misin?
- Başa dön...
"Vakıf kur vergiden düşersin"le büyüyen bir toplumun fertleri sosyal yardımlaşma faaliyetine girince şüphe duyulmaz mı? Her şey ya reputasyon içinse?
Ah gerçeklik, vah gerçeklik, çamura bulanmış cılız gerçeklik.
En sevdiğim şey tivide bütün gece reklam izleyen bir ulusun, herhangi bir eylemi "reklam yapmak"la yaftalamasidir. Ve kaldı ki her iki kişiden biri bu ülkede reklamcı, reklam yazarı, yönetmen, kompetan, guru ve uzmandır.
Kartvizitinde isminin altına "ne yazsam"cılık her daim rövaçtadır, sevilir.
Sosyal Yardımlaşma Organizator Başkan Yardımcısı Uzmanı
***
Olasılık hesabı, biliyorum iyi birşey değil-dir...
Dostlar duyarli görsün'den iyidir, ama.
Sence hangisi daha kötü olurdu?
Canavar olarak yaşamak mı...
...yoksa iyi bir insan olarak ölmek mi?
Yönetmen: Martin Scorsese
Senaryo: Laeta Kalogridis , Dennis Lehane (Eser)
Görüntü Yönetmeni: Robert Richardson
Oyuncular
Leonardo DiCaprio (Teddy Daniels) , Mark Ruffalo (Chuck Aule) , Ben Kingsley (Dr. John Cawley) , Michelle Williams (Dolores Chanal) , Max von Sydow (Dr. Jeremiah Naehring) , Jackie Earle Haley (George Noyce) , Emily Mortimer (Rachel Solando)
Ayin son Cuma'sinin rutin futbol sohbetleri icin Odakule onundeyim. Geciktim, cocuklar mac izlemeye bir yere gecmisler. Bir kahve alip biraz dikildim, turladim, sonra kenara bir yere yaslandim. Etraftaki wi-fi hotspot'lari taradim. Beyoglu Belediyesi'ninki free imis. Kullanmak istedim. Logluyoruz sizi, bize bilgilerinizi verin ekrani cikti. "Pışşık" dedim. Elinde bir posette 4 ekmegi bir adam yaklasti. Yanimdaki demirlere torbayi asip "Selam efendim" dedi. Selamlar dedim.
- Hava soguk
- Eet, ama guzel hos bir soguk, los bir soguk
Cebinden sigara pakedini cikartmaya calisirken "Hastalikli tutkularinizi birakin, salin, serbest kalsinlar " dedi. Ben oyle anladim. Sigaraya olan bagimliligini icerek, rahat rahat tüttürerek salmaktan bahseden ve dahasi daha ilk dakikada patlattigi aforizmadan "adamimi buldum" dedim.
"Ne guzel soyledin" dedim "Tutku hastalik haline gelmisse, salip birakmak lazim.. akisina.. su yolunu bulmuyor mu zaten". Tutuklular dedi ne istiyorlar, biraksinlar onlari da ama utopya pesindeler, sosyalizme inanmiyorum dedi. Bir saniye ben yanlis anladim dedim.
Galatasaray'dan geliyordu. Meydanda hasta tutuklu yakinlarinin tutuklularin serbest birakilmasina dair eyleminden bahsediyor. "Hastalikli tutkular" anladim ben cok pardon dedim, ama o da guzeldi. "Bunlar da bir tür tutkulu iste. Ona inanmislar.. Ama ah be abi devrim mi kaldi devrimci mi kaldi. Sosyalizm mi kaldi" dedi. Zaman bu kalmaz, degisir, donusur. Uzerine boza kivamina gelen beynime ardi ardina bir komunizm bitti gitti tiradi. "Cok propagandif konusuyorsun" dedim. Ben inanmiyorum bu kadar buyuk yiginlarda sosyalizm yasanabilecegini, Rusya yapamadi iste. Kabile gibi, birbirini taniyan birbirine benzeyen daha ufak olcekli yerlerde belki bu sistemde yasanir ama burada yasanmaz. "Boyle kaypakligin karakteristik ozellige donustugu bir toplumda bu kadar dirayet gerektiren rejimler tabi tutmaz. Cografyanin mayasinda yok.. Sürülük var; yoneten ve yonetilmeye dunden razi olanlar"
Ne is yapiyorsun dedi, "Internetlerle ugrasiyorum" dedim. Sen diye sorunca: "Cok dusundum tasindim, herseye girdim ciktim, karar verdim, hicbirsey yapmamaya.. hicbirsey yapmiyorum" dedi. Belki de en guzelini sen yapiyorsun dedim. Saclari da kestirdim ama sapkayi cikaramiyorum dedi. Niye neyden cekiniyorsun ki dedim, bilmiyorum uzayincaya kadar takiyorum. Cikar, cok da yakisikli cocuksun, bak pufur pufur, yasasin keller.
Telefon caldi, cocuklarin yerini ogrendim. Ekmek posetini astigi yerden alan dostum "Haydi gorusuruz" diyerek uzaklasti. Belki bir daha, Odakule'de...
Aslinda hepimiz cok guzel bir masal dinlemek isteriz.
Bir hayat ne zaman güzeldir bilir misiniz; bir masali oldugu zaman...
Anlatacak bir masal, yasanacak bir masal ve dinlenecek bir masal.
Sabah doktora odaya geldiginde ayaklarim ortunun altindan disari uzanmis, yari baygin uyukluyordum. Tanimadigim birinin evinde uyuya kalmis, ev de sahipleri tarafindan baskina ugramis, tamamen "bu saniye buradan acilen kacip gitmeliyim" ruh hali. Ortu kenarindan gozu uzattim, o bilindik sahne: Bir pansuman ekipmani arabasi, basinda bir hemsire ve eldivenleri gecirmis operasyon halindeki doktor. Tam kafayi ceviremiyor, sesini duyuyor, sesinden de doktorun tipini tahmin etmeye calisiyorum. Ufakliktan beri oynadigim bir oyun. Otobuslerde arkadan sesi gelen insanlarin tiplerini tahmin etmeye calisir, donup bakinca bulursam, yaklasirsam gol atinca tellere kosan futbolcu kadar seviniyordum. Doktorun tipi tutmadi. Acilen toparlanip odadan ciktim. Aksamki adami arayip "arac ayarlayamayacak kadar" bitkin hissediyordum kendimi. Kapidaki ilk taksiye isaret yaptim. "Bir'den mi gideyim, İki'den mi" dedi. En cevabini bilemedigim soru. "Bir'den" diye yanit verdim bu alaca bulaca kazakli janti-delikanli kardese. Gözleri fildir fildir etrafi kesen göz rot balansi kaymis sofor... Kopruye dogru trafik sıkıştı, sağdan bir Mini yanaştı. Sofor kendini kadin soforun gormesini o kadar istedi ki, atmadigi salvo kalmadi. "O sana bakmaz" diyemedim, diyemeden eli telefona sarildi. "Tatlim nasilsin" dedi. Ruhu daraldi, sevgilisini aradi derken, karisi cikti: "Cocuklara yeni birseyler al da bu hafta studyo cekimi yaptiralim" dedi. Baska olmasa da bu zaman icin yeni bir dünya ile karsilastim. Bizi de ufakken fotograf studyosuna fotograf cektirmeye gotururlerdi. O zamanlar hersey analogda ve fotograflar fotograf kagitlarinda icra edilirdi. Aklim Kurtulus'ta Hakki Abi'nin dukkanina gitti. Ozenle giydirilmis cocuklar ve kompozisyonlu fotograflar. Saclarim kivircik ve uzun, ay seklindeki bir hasir buyukce koltugun uzerinde ayakta duruyorum, suratimda tebessüm. Sofore omuz uzerinden uzanip diyecektim: O fotograflari sonra günün birinde yirtmak zorunda kalma...
Hastane kokusu diye birsey var. Her hastanede ayniysa bu koku, "hastane kokusu" diye birseyin uretilip hastanelere sikilmadigi ve bunun insanlar uzerinde %80 tansiyonu dusurme ve insanin kendini kotu hissetmesine yol acan bir esans olmadigini kim iddia edebilir? Alisveris merkezlerinde insanlari tuketime iteleyen kokular yerlestirmek gibi. Gece 03 gibiydi, attim kendimi refakat odasindan. Kapidan cikana kadar tansiyonum dustu. Kapidaki ilk taksiciye "Lutfen beni iyi corba icecegim bir yere götürür müsünüz" dedim. Sofor dusundu tasindi, elindeki bas konus'undan ekibi aradi. Yakinlarda iyi corbaci neresi var dedi. Bir tanesi Cengelköy dedi, bizse Göztepe Medical Park'tayiz. "Cengelköy'e gideceksek, Apik'e gidelim" demedim. Neyse ki yine ben verdim rotayi "Kiziltoprak" dedim. Zaten "Emmi" de oradaymis. Bir sokak, sonraki sokak, geri dön derken güc bela yeri bulduk. Otantik ve Zeugmatik. Duvarlarda garip Antep gravürleri. "Hanci bana bir corba" diyebilirsin, öyle hissetmek istersen diyebilirsin. Bizim kendimizi nasil hissettigimiz zaten hep dediklerimizle alakali degil mi. Agzimizdan ne cikarsa ona göre egilip, bükülürüz. Roka yigildi, mercimek geldi. Corba gecer oyu aldi. Sofor birakirken "Beni ararsan tekrar gelip alirim, ayni paraya" dedi. Garip muhabbetlere, garip insanlara ezelden beri takiliyorum. Kalkasim gelmedi, bir corba daha, bir corba daha derken, bitirimi, fönlüsü, alemden cikani, daltonlusu, sessizi, hirlisi, hirsizi... Herkes birsey anlatiyor. Kafasi güzelken insanlar hic mi sacmalamadan duramazlar ve bizim guzel insanimiz dukkan esrafi ile gedikli müsteri oyunu oynamayi ne cok sever. Fenalik geldi, benden once masasindan kalkan adam cikis kapisini bulamadi. Cunku icerden tum kapilar disari aciliyor gibi, ona da soylemistim butun yollar sana cikiyor gibi. Garson ekipasyonu topluca biyikaltindan güldü, bense gizlemek geregi bile duymadim. Tatli sarhos, cakir keyif.. Aradim, "kos yetis gel al beni bana burasi da basti" dedim. Yine sonraki sokaktan cikti sofor, yanlis girmis. Kafa kafaya karsi yonden gelen arabaya cakacakti, uzaktan seyrettim. Onumde de frenli mrenli fiyakali durdu. Daha hastanenin onunden binerken 5 dakkalik yolda bana kisa film senaryosu anlatti. Niye bu yakinlik bilemiyorum. 35 lik bir arkadaslari, "bekarmis" bugune kadar, ilk defa bir kadinla aralarini yapiyorlarmis, ben de onun uzerine gelmisim, cikmisim hastaneden.. Yani film cekiliyormus, akillari orada. Ben arada bir git - bir gel ile girince, "araya parca giren" filme dondu is. O yuzden donus 5 yerine 2 dakikada oldu. "Ne bos oluyor bu yakada yollar dedim bu saatte".. Orali bile olmadi. Hastaneye geldik, yolda 2 cevirmeden tiris gectik, inerken: "Sabah arac lazim olursa ara, ben sana arac ayarlarim" dedi. Tesekkur ettim, belki sabah arac kalmayabilirdi sehirde. Kaydettigim telini sakliyorum, o yöreye düsersem bir daha, filmin sonunu soracagim.
Cumartesi aksam, cocuklar, masa, güzel masa, giriste güzel insanlar, blog, ayse, minimuzikhol tayfasi, mersenne, leyla leyla, kalabalik, los, cadir, isik, sicak, torik soyada, levrek marin, fener kavurma, midyeli pilav, azar azar, raki buz bol, likir likir, sohbet, raki, kikir kikir, konular, mevzular, vakalar, karides tava, kalamar izgara, güvecte müvecte, rakilar, rakilar, memleket kurtarma, kürt meselesi, Galatasaray, futbol, nostalji, kadinlar, fikir ayriliklari, asabiyet, gerginlik, biraz anadoludan gorunum, biraz siyaset meydani, arka masa ön masa, garson, bardak, pecete, meyve, dondurmali irmik, Cankurtaran, taksi, Erol Tas'in kahvesi, Ahirkapi Balikcisi, sözler, sözler, sözler...
Tek derdimiz hafizamiz. Bir onu maglup edemiyoruz.
Seyit Hasan Kuyu Sok.
No:1 Cankurtaran - Eminönü / İSTANBUL
Telefon: +90 (212) 458 18 24
(Rezervasyonsuz gitmeyiniz, kiciniza icmeyiniz)
Güç kaybolmaz sadece saf değiştirir.
Güç depolanmaz, varken kullan, varsa kullan....
- Malik Djebena'nın ağzındaki jilet ve kanama
- Noel Baba şapkası takan Müslümanlar
- Geyiklerin yola atlaması ve çarpışma
- Başka bir evrene, dünya dışına gidip-gelmeler (uyuşturucu)
- Ryad'in geçici zevk ve sefası
- Cesar Luciani: Tanrı!
- Marcaggi'nin zırhlı arabadan indirilmesi
- Oku! Allah'ın adıyla oku!
***
Herşeyden ve herkesten kaçabilirsin. Kanserden asla...
Huzur içinde uyu Ryad!
1.
zaplar taşar dersim koyaklarından
selleri kadife uçları mermi
ve günahına emanet edilmiş çocukların
adağıdır mermi çekirdekleri
2.
hangi izini sürecek şimdi bu dolaşık kimlik?
feodal, ince bir dal gibi
bıyıklarıma tırmanan
kendine tutkun göllerin o yaman geyiği
gizinin ormanına vardıkça
bize kendini aralayan
avlardan, avcılardan artakalan sahtiyan
açıklar tarihin kefenlenmiş gizini, bundandır seyrekliği
geçer devran, geçer günler, geçer ömür elbet
dağa çıkmış bir şairim ben
ah! kimsenin görmediği
3.
gözlerim, o demir ayazı
eski söylencelerin kutlu demircileri
masalımın lanetiyle dövmüşler gözlerimin rengini
bin ırmakla su vermişler, buza kesmiş,
bir ayaz gibi, kelepçelemiş kendine ateşini
gözlerim, şimdi kör dinlemesi
bu yüzden bakışlarımda süreğen o anlam gerginliği
gözlerimin seyrekliği nefti
boynumdaki hamayılla birlikte, kanayan bir yaz ikindisi
on yıldan beri
dövmegüllerle alnıma nişan düşüren o aşiret töresi
tarihin önünde huzura çıkar sual eder hüviyetini
yüreğim kar altındadır
cehennemler göçebe
ve bedenim, o sınır iklimi
gün gelir açıklar kendini
zaten kim yazabilir ki sanayileşmekte olan bir toplumun bütün cehennemini
doğru okunmuşsa kitaplar -bir hayat, 'çok kişi' yaşanmışsa,
artık her çelişkide bir dram güzelliği, bir ağıttan silkinen tragedya inceliği, bir yanımda o yaman geyik -ormansız gezdiremediğim-,
sonra mürekkep karanlığı -yazarken yalnızlığım-,
tenimde buram buram sahtiyan -artakalan avlardan, avcılardan-
ve kaşımın tetiğinde titreşip duran nişan
-mm-
Pazartesi günü sehre camur yagmis ya da twit mesajlarindan anladigimiz kadari ile "turuncu bir toz bulutu" cokmus, sehir kirmizi olmus. O esnada Eskisehir'e dogru yola cikmis, basimiza geleceklerden bihaberdik. 24 saat icinde Istanbul'a geri donduk. Uzerine ortmedigim motoru bugun bir kontol edeyim dedim. Motor uzerine kocaman bir hayvan diskisi birakilmis gibiydi. Yikamaya goturdum. Her zamanki yere, Ucaksavar Cengiztopel'deki yikamaciya. Daha girerken dikkatimi cekti, köfteci Ahmet'in baraka-koftecisi yoktu. Yerinde yeller esiyor. Motor bir sudan gecti, sabunlandi, bir su daha, bir su daha anca arindi toz bulutundan. Kurulama, cilaya cekti cocuk. Dayanamadim, gelecek cevabi tahmin ede ede "Ahmet abi nerde, kofte ocagi ne oldu" diye sordum. "Haberiniz yok mu" dedi.. "Neyden haberim yok mu" dedim.. "Ahmet abi'yi kaybettik". 2 yildir kemoterapi gordugu, sonunda da bir ara bana "Kurtuldum, temizlendim" dedigi bir kanser mücadelesi yasamisti. Ben artik kurtulduguna inanmistim. Yüzünün ici gülüyordu.
Oyle degilmis, bitmemis, ama Ahmet abi bitmis. Tükenmis.
"Kurtulduguna inanmak"
***
Eve geldim. Vigo'nun twitter mesajini gordum: "Rip Corey Haim".
Corey Haim'i ben 80'lerden Blue Jean dergisinin 2 ayda 1 verdigi stickerlerindan hatirliyorum. Bir de suphesiz efsane film The Lost Boys'dan.
Neden sevdigimizi bilmedigimiz insanlari kaybettigimizde neden bu kadar fazla üzüldügümüzü biliyorum: "Başkasının acısını hiçbir zaman hissedemezsin.
Yalnızca ölümlerini hissedersin."
DurmusCetinAkman yollamis. Berlin'den.
Feci kitsch olsa da, tam bir flower-power Vespa'si.
Durmus'un da dedigi gibi ancak "süs" olur bu.
Bu hayatin miladi 95 sonlari diye biliyorum. 96 senesinde Selpak'ta staj yaparken "bu endüstri muhendisligi beni kesmeyecek" diye dusunup mesaiden sonra sirkette kalip web sayfasi tasarlamaya calismamin beni cikaracagi yoldan bihaberdim. Sabah 05'e kadar sirkette kalir, internette herseyin altin ustune getirir, kaydetmem gereken seyleri disketlere kaydeder, taksiye atlar eve gelir evdeki pcye bosaltir, dusu alip 08'deki mesaide yeniden sirkette masamin basinda olurdum. Toyluk iste, enerji alabildigine yogun. Uyumadan hafta boyu tutundugumu dün gibi hatirliyorum. Bir süre sonra bunye kaldiramaz oldu. Bolum patronu callback yapmayi da ogretti. Insani saatlerde eve gelip, sirketteki networke baglanip callback ile kendi modemimi arattirip sirket uzerinden internete cikardim. Internet pahali birseydi ve daha dial-up ile fahis faturalar odeme donemi baslamamisti. Gece 00'sularinda patron arar "bagli misin cik ben girecegim" der, beni hattan firlatirdi. 16bit jpglere omur baglanan, gezdigim her web sayfasini teleportladigim uykusuz geceler. Bugun fiber optikler uzerinden hayatimi idame ettirecek isi uretebiliyorsam, butun temelini aslinda o gunlerde attim. Uyumadan, ogrenmeye calisilabilecek herseye kulak kesilerek. Bunu niye anlatiyorum, lafi suraya getirecegimden, daha o zamanlar bu evrene "sanal" denilerek bunu kapi disarisindaki hayattan ayirma, paralel bir evren gibi dusunme bicimi hakimdi hayata. Oyle ye baska isimler kullanirdik, kim oldugumuzun onemi yoktu, anonimite bir sekilde onemliydi. Kimseye nerde ne yedigimizi, nerede uyudugumuzu, ne ictigimizi soylemekle sorumlu degildik. Zaten kullanici bilincinin ortak algisi uc asagi bes yukari böyle sekillenmekteydi. Bugun gelinen noktanin kivrimlarinda "ismi-cismi" ile varolmanin bir tür herkesin kendini "marka" zannetmesi ya da "kariyer planlamasinin ilk adimi" sanilmasi isini o zamandan kurgulayanlar da yok degildi. Bunlarla ya da otekilerle, otekilestirdiklerimizle gece gunduz konusur, birbirimize hikayelerimizi anlatirdik. Bu baglanma hali sonra "gercek hayati esir aldi". Aliskanliklar, zaman planlamalari, egilimler degisti. Görece bu degisime muhafazakar bakanlarin, duranlarin bugun o zamankinden daha kati sekilde "baglanmis" oldugunu görünce sadece tebessüm edebiliyorum. "Sanal" diye asagilanan, alt bir hayat, asagida bir yasam formu olarak dudak bükülen bu kablolarla donandigimiz halin bugun daha fenasi kablosuz olarak her statüden insanin hayatini yonetir duruma gelmis halde. Ama biz ya da bazilari, ya da birileri "sanal" ve "gercek ayrimi yapmaktan hala ve hala kendilerini alamiyoruz/lar. Oysa bana göre hayat bundan 15 sene once de gercekti, suanda bu dinamikleri ile de gercek.
***
Sosyal ağların artması, dikine enine her konuda bir sosyal ağın üremesi ile beraber bu mecraların bir yönüyle iş, bir yönüyle hayat içinde konumlanma alanlarına dönüşmesi ve özellikle Facebook sonrası kendini tanımlama biçeminin artik bir handle-name (nick) üzerinden değil direkt nüfüs cuzdaninizdaki ad üzerinden yapilmaya baslandigi bir dönemde internetin ilk zamanlarindaki "anonimite" hali artik kalmadi. Yok denecek kadar azaldi. Cunku artik "kendince" herkes herkesi taniyor, tanimak istiyor ve hayati yasayis sekillerini artik bu "sanal" hayat belirliyor. Gezdigimiz, dolastigimiz yerleri an be an twittliyor, lokasyon bazli servislerden yayinliyor, yedigimiz yemegi aninda notluyor, 1 saat icinde kendimize sehrin filanca kahvesinde bulusacak yeni arkadaslar edinebiliyoruz.
Zamanin devinimi bunu yönlendirirken insanoglunun bunu bir hatla ayirip gercek degilmis gibi yapmasi ve sanmak istedigi bir alan icine sikistirmaya calismasi kendi trajedisi olsa gerek. Yine de anonimitenin internetin en korunmasi gereken niteligi oldugunu savunuyorum. Ne söylendigi, nasil söylendigi ve ne mana tasidigina bakamayanlarin 15 yil once de bugun de bundan sonrasinda da takilacagi sey elbette isimler-cisimler olarak kalacaktir. Takilmaya luzum yok.
Unutmadan, benim adim Zoban. Zoban Ra. John Doe gibi. Ne önemi varsa.
"Başkasının acısını hiçbir zaman hissedemezsin.
Yalnızca ölümlerini hissedersin."
Bilirsin, Tonto,
ben çok gençken...
bütün ülkeyi dolaşmayı düşünürdüm.
Gerçi hiç gerçekleştiremedim.
Annie ile tanıştım, ve o kadar.
Çocuklar, aile, iş.
Annie'nin hatası değildi.
Yok, iyi zamanlarımız oldu.
Ama, bilirsin, belki-
belki yeteri kadar...
zaman ya da para olmadığını düşündüm.
Ve diğer yönden, aslında vardı.
Gerçi iyi zamanlarımız oldu.
İyi zamanlar
Saranac Gölü, Cape Cod-
güzel yazlar.
Annie yüzmeye bayılırdı.
Benden iyi yüzerdi.
Güçlü kulaçlar.
İnsanlar o kadar ufak birinin...
suyu nasıl yardığını merak ederlerdi.
Harikaydı.
Sana bir şey diyeyim, Tonto.
Acıdan çok korkarım.
Uzun süre acı çekmektense...
şöyle... çabucak gitmek isterdim.
Ah, Annie çok acı çekti.
Acı çekme kısmı, ölümden beterdi.
Sabah onu öyle görmekten korkardım.
O hiç şikayet etmedi.
Asla.
Bu benim özelliğimdi.